Küresel asgari vergi sadece “sen vergilendirmezsen ben vergilendiririm” mi?
Hasılatı 750 milyon euronun üzerinde olan çok uluslu şirketler için kabul edilen küresel asgari kurumlar vergisinin çıkış noktası, OECD/G20’nin BEPS Projesi’dir (matrah aşındırma kar kaydırma).
Bu projenin temel düşüncesi ise, devletler arasındaki vergi rekabetini bastırmaktır. Zira, çokuluslu şirketleri kendilerine çekmek için pek çok devlet vergi teşvikleri kullandığından, vergi rekabeti vergi gelirleri bakımından zarar verici düzeye gelmiştir.
Amaç, vergi teşviklerini tırpanlatmak
Bu bağlamda, küresel asgari kurumlar vergisi sadece “sen vergilendirmezsen ben vergilendiririm” değildir. Çok uluslu şirketler esas itibariyle gelişmiş devletler merkezli olduklarından, bu devletlerin kendi vergi gelirlerinin başka devletlerin uyguladıkları vergi teşvikleriyle aşınmasını önleme projesidir.
Tam da bu nedenle, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin, çok uluslu şirketlerin karları üzerinden en az %15 efektif vergiyi öneren küresel asgari kurumlar vergisine katılıp, kurumlara yönelik vergi teşviklerini tırpanlarken son derece dikkatli olması gerekmektedir. Çok uluslu şirketler, gelişmekte olan ülkelerde çoğunlukla matrahı düşük beyan ettiklerinden, QDMTT’yi kabulün ne getireceği iyi hesaplanmalıdır. Bu işin asıl kazanının kim olacağı iyi analiz edilmelidir.
Vergi teşviklerinin kamu yararına hizmet etmesi
Her vergi teşviki, kamu yararı düşüncesine dayanır; yani, ülkeye fayda sağlayacağı kabul edilir. Bir teşvikin gerçekten kamu yararını sağlayıp sağlamadığı ya da sağlayıp sağlamayacağı ise ölçülemez bir durum değildir. Bu noktada “İktisadi Amaçlı Vergi Teşvikleri Bakımından Ölçülülük Denetimi” başlıklı danışmanlığını yaptığım doktora tezinin yazarı Dr. Öğr. Üyesi Ömer Faruk Bayrakçı’ya sözü bırakıyorum:
İktisadi amaçlı vergi teşvikleri bakımından ölçülülük denetimi
“Türk vergi mevzuatındaki teşvik hükümleri gözden geçirilecekse aşağıdaki dört husus önem arz etmektedir. İlk olarak, vergi teşviklerinin ortadan kaldırılması veyahut daraltılması teşvikten yararlananların mülkiyet hakkını ihlal edebilir.Vergi teşvikleri açısından mülkiyet hakkına ilişkin hukuki sorun; teşvikten yararlananlara tanınan vergi kolaylıklarının, bir yasama işlemiyle, aleyhe azaltılması veyahut ortadan kalkması durumundan kaynaklanır.
Böyle bir durumda önceki yasaya kıyasen daha fazla vergi ödeneceği için teşvikten yararlananların mal varlıklarında bir azalmanın olacağı düşünülebilir. Fakat, teşvikten yararlananların mal varlıklarında meydana gelen azalma, teşvik hükmünün değişmesiyle aynı anda gerçekleşmeyecektir. Bu azalma, vergilerin dönemselliği nedeniyle, bir sonraki vergilendirme döneminde; tahakkuk eden verginin ödenmesiyle birlikte olacaktır. Bu durumda da mal varlığında gerçekleşecek azalma; gelecekteki bir azalma niteliğindedir.
Oysa, anayasal mülkiyet hakkı, yalnızca mevcut mal varlığına yapılan müdahalelere karşı güvence sağlamaktadır. Bu nedenle, yapılan müdahalenin mülkiyet hakkıyla ilişkilendirilmesi; yalnızca, meşru beklentinin varlığı halinde mümkündür. Meşru beklenti kavramı; belirli bir yasa hükmüne veya istikrarlı bir içtihat gibi hukuki bir tasarrufa dayanan, somut nitelikte, bir beklentidir.
Yasaya dayanma şartı var
Bazı durumlarda, teşvik kurallarının gelecekteki bir vadeye kadar uygulanacağına ilişkin yasal güvenceler verildiği görülür. 5746 Sayılı Araştırma, Geliştirme Ve Tasarım Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun bu duruma örnek olarak gösterilebilir. İlgili yasanın 6. maddesinde; “Bu Kanun 31/12/2028 tarihine kadar uygulanmak üzere, yayımını takip eden ay başında yürürlüğe girer” hükmü yer almaktadır.
Bu hükme rağmen, 31.12.2028 tarihinden önce yasada düzenlenen teşviklerin kaldırılması veyahut daraltılması durumunda, yararlanıcılar açısından, meşru bir beklentinin doğacağını düşünmekteyiz. Bu gibi durumlarda, bu sürenin sonuna kadar ilgili vergi teşviki yararlanıcılar aleyhine değiştirilmemelidir. Aksi halde, bu beklenti yasalara dayanan bir beklenti olduğu için objektif bir temele kavuşacaktır.
Çünkü, uygulama süresi belirlenen teşvik kurallarında, yasaya dayanma şartı “açıkça” mevcuttur. İkincisi, vergi teşvikleri amaçları yönünden iktisadi amaçlı teşvikler ve iktisadi amaçlı olmayan teşvikler olarak birbirinden ayrı değerlendirilmelidir. Eğer amaç, Türkiye’nin vergi gelirlerini küresel asgari kurumlar vergisi uygulaması ile artırmak ise; öncelikle iktisadi amaçlı vergi teşviklerinin daraltılması yoluna gidilmelidir. Çünkü, sosyal faydası yüksek vergi teşvikleri yalnızca maliye politikası aracı olarak değil, sosyal devlet ilkesinin gereği olarak da uygulama alanı bulmaktadır.
İktisadi değil de sosyal amaçlarla tasarlanan, örneğin, engellilik indirimi gibi teşviklerin devlet gelirlerini artırma amacıyla daraltılması veyahut ortadan kaldırılması haklı neden ve kamu yararı anlayışıyla bağdaşmayacaktır. Üçüncü olarak, doğrudan yatırımcıya yönelik teşvik politikaları başta olmak üzere etkinsiz ve verimsiz vergi teşvik uygulamaları düzenleyici etki analizi yöntemiyle tespit edilerek kapsam olarak daraltılmalı veyahut ortadan kaldırılmalıdır.
Vergi teşvik kurallarının tamamı, teşvikten yararlananlara, aynı verginin yükümlüsü “diğer mükelleflerden” (yararlanıcı olmayanlardan), lehe farklılaştırılmış bir fayda öngörür. Bu yapılan farklılaştırma Anayasa m. 73’de belirtilen “mali güç” kriterine dayanmamaktadır. Çünkü, eşit mali güce sahip olanlar, teşvik kuralları nedeniyle farklı şekilde vergilendirilmektedir.
Dördüncüsü, efektif vergi oranı hesaplanırken uluslararası literatürde “tax incentives” tabiriyle vergi odaklı enstrümanlar dikkate alınmaktadır. Eğer, çok uluslu şirketler ve yabancı yatırımlar teşvik edilecekse vergi dışı teşvik mekanizmalarına yönelmek devletler için en makul yöntem gibi gözüküyor. Örneğin, düşük faizli krediler gibi kolaylıklar efektif vergi yüküne etki etmezken; yatırım indirimi gibi vergi odaklı menfaatler efektif vergi oranını etkiler haldedir.”