Kurda av mevsimi başlamıştır..
Kur yükseldiğinde yaşanan klasik tartışmalar:
1) Reel sektörün yüksek döviz açığı
2) “Buradan dolar alınır mı (satılır mı)?” soruları
3) Anlaşılmaya çalışılan Merkez Bankası hamleleri
4) “Ülke krize gidiyor” söylemleri
5) Dış mihraklar bizimle uğraşıyor senaryoları
6) Siz bu kuru bir de ... olayından sonra görün kehanetleri
Artık kabul edelim mi?
Ülkemizin gerçeği bu.
Dolar, bu ülkede krizin en kritik ölçüsüdür.
Geçmişinde gördüğü tüm belayı, melaneti döviz açığından çekmiş bir halk, dolar alır. Gelin, yukardaki klasik tartışmalara güncel yanıtlar arayalım:
1) Reel sektörün döviz açığı:
Kısa vadeli açık pozisyon tutarının yıllık 13-14 milyar dolar arasında değiştiğini, bunun da Türk şirketleri tarafından yönetilme şansının yüksek olduğunu daha önce söylemiştik. Bu anlamda yapılan yeni uygulamalar da destekleyici. Örneğin, döviz geliri olmayan şirketlere dövizle borçlanmanın önünün kapatılması.
Lakin, buraları doğru düzenlemekte fayda var. Örneğin, güneş enerjisi yatırım yapmış bir şirket düşünün. Bu şirketlerin geliri dolar değil, TL. Ama dövize endeksli. Bu şirkete yabancı parayla borçlanma imkanı tanıyacak mıyız, tanımayacak mıyız?
Keza makine ve ekipman ithalatı yapıp, kendi ürününü iç piyasaya satan bir işletme için düşünelim. Bu işletmelere dövizle borçlanma imkanını kaldırmak, onu TL borçlanmaya mı iter? Yoksa o yatırımı hiç yapmama noktasına mı getirir? Zira bankaya gittiğinde göstermek durumunda kalacağı teminatı olsa, zaten muhtemelen yatırımını özkaynakla finanse etmeyi tercih eder. Bu nedenle ince ayar olarak, belki de örneğin leasing ile yapılacak yatırımlarda dövizle borçlanmanın önünün açık kalması avantaj sağlayabilir. İyi planlamakta yarar var.
2) Buradan dolar alınır mı? Satılır mı?:
Çok değil, iki ay öncesine kadar dünyanın en iyi okullarından mezun olmuş, Londra’daki anlı şanlı trader arkadaşlarımızın hemen hemen tümü “TL long” pozisyon alıyordu. Ne demek?
Dolar sat, TL al.
Kurun yılsonunda 3 liraya ineceğini öngören dahi vardı. Türkiye’ye toplam 10 milyar dolar (7.5 tahvile, 2.5 hisseye) getirdiler.
Bizimkiler, yani hane halkı ne yaptı?
O dolarları aldı.
TL’de 1 yılda kaybettiği %14 mevduat getirisini, sadece 1.5 ayda geri aldı. Ve çok doğru bir hamleyle, yılbaşından bu yana kur her düştüğünde dolar aldı, her yükseldiğinde dolar sattı. Bence hane halkının akıl almaya ihtiyacı yok, hatta önemli bir bölümü ihtiyaç sahiplerine akıl verebilecek içgüdülere sahipler. Çünkü ülkelerini Londra ya da New York’taki traderlardan çok daha iyi tanıyorlar.
3) Merkez Bankası’nın anlaşılamayan hamleleri:
Hamleler yanlış olduğu için değil, anlaşılması zor olduğu için. Yılbaşında hakettiğinden çok daha fazla swap ihalelerini falan konuşmuştu sokaktaki vatandaşımız. Merkez Bankası’nın reeskont kredisi geri ödemelerinin TL yapılması, ana para hariç vadeli döviz satışı gibi uygulamaları da işletmelerin kur riskini yönetebilmesi adına doğru. Ama bunlar iyileştirici değildir, pansumandır. Merkez Bankası ve “Merkez Bankacılığı” duruşun “cool” olmasını gerektiriyor olabilir. “Bekleyelim, görelim, temeller bozulmuyorsa duralım, yoldan şaşmayalım” şeklindeki bakış açısı normalde doğrudur. Ancak, Merkez Bankası’nın yönetemeyeceği riskler var. Bunların iç siyasi, jeopolitik ve uluslararası gerekçeleri olabilir. Merkez Bankası geçmiş deneyimi, analiz yeteneği en güçlü kurumlardandır. Son 20-25 yılda birçok kez reaktif, yani olana tepki veren değil, proaktif, yani piyasanın önünü alan hamle yapmışlığı vardır. Bence bu dönem öyle bir dönemdi, bu fırsatı kaçırdık. Son toplantıda önden hareket edip koridoru genişletebilir, fonlamayı aynı seviyede tutsa da gerektiğinde el yakacağını gösterebilirdi. Piyasa ilk kez 400 baz puanlık bir faiz artışının sonrasında Merkez’i yeni bir faiz artırımına zorluyor.
Tıpkı geçen yılın sonlarına doğru koşullar zorlamasına rağmen ısrarla yapılmış faiz indirimleri gibi, bu dönemi de umarım sonradan “keşke”lerle anmayız.
4) Ülke krize giriyor söylemleri:
Salt kur yükseliyor diye kriz olmaz. Kriz dediğimiz, insanların “kitlesel olarak” işlerini kaybettiği, ekonominin anlamlı bir şekilde daraldığı dönemlerdir. Sorunuz “Bu sene de maaşa zam yok” noktasından “Yanımdaki arkadaşı işten çıkardılar, sıra bana mı geliyor” noktasına geldiyse, hele bir de bunu yapan patronun açmazını anlıyorsanız, o zaman krizden söz edilebilir. Yüzde 5 büyüyen ülkede kriz olmaz, ama “koşulları hiçe sayarak sürekli yüksek büyüme inadı” sizi o noktaya yaklaştırabilir.
5) Dış mihraklar:
Olumsuz ve asılsız haber akışı ülkeyi zorluyor, doğru. Sermaye akımı yavaşlayabilir, doğru. Türkiye’den, yönetiminden rahatsızlık duyanlar var mıdır? Vardır, doğru. Ama “Biz çok iyiyiz de, çevremiz kötü” diyerek kendi kusurlarına bakmamak, sadece kendimizi kandırmak olur. Geldiğimiz noktada kendi kırılganlıklarımızın çok büyük etkisi olduğunu, kendi içimizde ülkenin yarısını inandıramadığımız şeylere, yurtdışından insanların inanmasını beklemenin anlamlı olmadığını da unutmayalım. Biz önlemlerimizi alabilir, kırılganlıklarımızı azaltabilir, bugünün inatlaşmaları yerine ileriye odaklanabilirsek, varsa bir dış mihrak, seli gider, kumu kalır.
6) Bir de şu olay olsun, kuru o zaman görün:
Bir tek şeyi bekliyorsanız, bunun piyasa etkisi olabilir. Ancak bizim son fiyatlamayı tek bir olaya ya da tek bir sürece yüklemek, bence doğru olmaz. Aynı anda ABD ile ilişkiler ve batı ittifakından kopuştan, Zarrab davasından, AB’den, Irak, Suriye, Rusya’dan, Fed faiz artırımından korkuyorsanız, bunların önemli bir bölümünün fiyatlamalara dahil olduğunu unutmadan hareket etmek gerekir. Doğru şeyi beklemek, en önemlisi.