Kur üzerinden siyaset yapmak
Gazeteciliğe ilk başladığım 90’lı yılların ortalarında, haberi yazarken içine çekinmeden kur rakamını koyar, üzerine de yorumları yerleştirebilirdik. Çünkü periyodik yayınların basım frekansı, yani örneğin gazeteler için 24 saat aslında o kadar da uzun bir süre değildi.
Ancak bugün mesela 4.10 olar kur %1 yükselip 4.1410’a gittiğinde “Kur çok yükseldi” diye gazeteye yazdığınız bir haber, ertesi sabah okur gazeteyi eline aldığında pekala “yanlış bilgi” olabiliyor. Siz “Merkez Bankası faiz artırımı kuru aşağı indiremedi” haberi yazarken kur aradan geçen sürede 4.06’ya inmiş ve piyasayı pekala “sular sakinleşti” moduna geçirmiş olabiliyor.
Amacım tabii ki, gazeteci arkadaşlarımın yaşadığı “fiyatı ve piyasayı yakalama” dramını paylaşmak değil.
Nasıl ki bir gazeteci sadece 1 günlük hareket üzerinden yorum yaptığında “terse kalabiliyorsa” aynı şey siyasetçiler için de geçerli.
Kur yükselmeye başladığı anda, ekonomi yönetiminde söz sahibi olan isimlerden açıklamalar geliyor:
“Şu seviyenin üzerindeki hareketler spekülatif.”
“Kurdaki hareket dışardan bize baskı olarak kullanılıyor.”
“Kurdaki bu seviyeler ekonomik parametreler ile uyumlu değil.”
Niyetin paniği önlemek, kamuoyunu sakinleştirmek olduğu aşikâr. Ve tabii ki bunlar iyiniyetle yapılan açıklamalar. Ancak ekonomi kadroları tarafından hem de seviye üzerinden verilen mesajların piyasa nezdinde değeri çok marjinal kalıyor.
Zira dünyanın herhangi bir ülkesinde doların bir açıklamaya bakıp ‘Siz yetkili birine benziyorsunuz. Ben sizi dinleyip de düşeyim’ dediğini gören yoktur. Ama yetkili olanlar yetkilerini kullanıp harekete geçtiklerinde o ülke kurunun değer kazandığına dair çok örnek vardır.
Üstelik söylenen seviyeler tutmadığında, bunlar kamuoyu gözünde ekstra kırılganlık olarak algılanıyor.
Bu işin iktidar tarafı.
Muhalefetten ise şunları duyuyoruz:
“Merkez Bankası faiz artırdı, kur hala düşmedi.”
“Ne yaparlarsa yapsınlar bu kur geri gelmez...”
“Bu doların 5 liraya kadar yolu var.”
Muhalefetin anlık ya da dönemsel ürettiği bu söylemler de çok hızlı şekilde terste kalabiliyor.
Yurtdışından öyle bir para akımı olur ki, kur 3 günde %3-4 değer kazanır.
Üstelik sizin ülkenin en kırılgan olduğunu düşündüğünüz dönemlerde bie gerçekleşebilir bu.
Yani bir günde iki tarafın söyledikleri de tam tersine dönebilir.
Zira bu tümcelerin hemen hepsinde gözardı edilen faktörler var.
İktidara göre ülkedeki ekonomik dengelerin hiçbirinde sorun yok, kur sadece dış güçlerin bize yaptığı baskıdan kaynaklanıyor.
Muhalefete göre, dış ekonomik etkenlerin hiç değeri yok, sorunlar sadece içerde olduğunu düşündükleri kötü yönetimin kabahati.
İkisi de hala bir adada yaşadığımızı, dünyayla ilişkimizin olmadığını varsayan açıklamalar.
ABD faizinin yükseldiği ortamda piyasanın kendini dengelemesinden kaçamayız
İçerdeki sorunlarımız, yabancı yatırımcının bize bakışını birebir etkiliyor. Adam diğer gelişen ülkelere bakıyor ve ‘Benim tasarrufuma talipsen, koşulların da buysa, ben senden daha fazla kâr talep ederim’ diyor.Bu risklerin bir kısmını yönetebiliriz, bir kısmını yönetemeyiz.
Kırılganlıklarımızı azaltacak hamleler yapabilir, cari açığı düşürücü önlemler alabiliriz. (Bunların soğutucu etkisini dikkate almak kaydıyla.) Ama ABD faizlerinin yükseldiği ortamda piyasa kendini yeni bir düzeyde dengeliyorsa, bundan kaçamayız.Bu ideoloji tanımaz bir gerçekliktir.
Sadece, beklentilere doğru rehberlik ederek bizden talep edilen yüksek reel faizi daha makul yerlere çekebiliriz.
Kurumlarımıza olan baskıyı azaltarak, onların manevra alanlarını genişletebiliriz.
Ayrıca, sistem geçişi sırasında kurumlarımızın erozyona uğradıkları, kendi uygulama ve kararlarını yürürlüğe koymakta güçlük çektikleri bir ortamda, bunu yapabilen kurumların kıymetinin bilinmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü yeni sistemde tek kişilik bir yürütme erki var. Bakanlıklar sekreterya görevi görüyor, politikada söz söyleme hakları bulunmuyor. Bu nedenle kurumların bağımsızlığı, dengeleyici rolleri açısından daha da önemli.
Örneğin Merkez Bankası’ndan faiz artışı kararı geldi.
İlk gün kur oynamadı.
Zira tüm dünyada gelişen ülke kurları %1’ler civarında satış yerken, TL yerinde kalmış oldu.
Merkez Bankası eminim TL’nin değer kazanmasını, makul değerlere ulaşmasını ister. Çünkü her yükseliş enflasyon üzerinden kendi kredibilitesini yiyor.
Ancak para politikası kararları bazen baskılayıcı bazen de koruyucu nitelik taşır.
İlk günkü reaksiyonu “koruyucu” niteliğini göstermesi olarak değerlendirebiliriz.
Sonraki süreçte gelişen ülke kurları değer kazanırsa biz de katlanmak zorunda kaldığımız bu artırımın etkisini daha yoğun ölçebiliriz.
Bunu bir an önce görebilmek için Merkez Bankası yükünün ekonominin diğer aktörlerince de omuzlanması gerekir. Zira Merkez Bankası ve Maliye aynı ailenin iki çocuğu. İki çocuktan birinin madende çalışarak kazandığını diğerinin har vurup harman savurması (ve bunun hep devam edeceği beklentisi) Yeşilçam filmleri için bile istisnai bir senaryo.
‘Biri sıkı biri gevşek’ politikanın gidebileceği yerin sınırındayız.
Kurun çok yükseldiği ortada. Bunun işletmeleri zorlar hale geldiği, bilançoları bozduğu, ithalat fiyatları üzerinden gelen baskı nedeniyle tüm kâr marjlarını yediği de vakıa.
Bunu tutmak için yükselen faiz ise borçlarını yenilemek zorunda olan küçük ve orta ölçekli işletmeleri tarumar ediyor.
%14-15 özsermaye karlılığıyla çalışırken %21 faiz ile nasıl iş yapayım?
Geçenlerde Eskişehir’de katıldığım bir toplantıda birçok orta ölçekli sanayicinin aynı serzenişine şahit oldum:
“%14-15 özsermaye karlılığıyla çalışırken %21 faiz ile nasıl iş yapayım?”
Anadolu’dan gelen tüm mesajlar da aynı minvalde.
Faiz yükselirken başat faktörün merkez bankası değil ekonomik, siyasi ve jeopolitik koşullar olduğunu, buralar çözülmeden Merkez Bankası ne yaparsa yapsın sorunların kalıcı şekilde çözülmeyeceğini de unutmamak lazım.
Herkes kendi sorumluluk alanında doğruyu yaptığında, işimiz belki yarı yarıya kolaylaşacak.
Merkez Bankası, yeterli ya da yetersiz, kendi tarafını toparlamaya çalışıyor 15 ay içinde 3. kez faiz artırımı yapan bir merkez bankası için “Faiz artıramaz” algısı üzerinden konuşmanın zamanı geçmiştir.
Kasım 2016’da %7.75 olan efektif fonlama faizi, aradan geçen sürede tam 575 baz puan artmış oldu.
“Erken seçim olmasa dokunabilir miydi?” denilebilir. Ama artık “Merkez Bankası faiz artıramaz” noktasından “yeterince gerektiğinde faiz artırabilen” bir merkez bankasına geçildiği gerçeğini unutmamak gerekir.
Kurda yaşanan yükselişlere olan duyarlılığı, gidilebilecek “en yüksek noktayı” hesaplarken, yorum yaparken, bu faktör unutmamalı. Ekonominin diğer aktörlerinin 2 ay sonraki yeni sistemde yerleri belirlenene kadar, Merkez Bankası “yalnız” gibi görünüyor. Hatta buna bir dönemin meşhur sözüyle“değerli yalnızlık” diyebiliriz. Umarım uzun süre orada kalmaz...