Kur hareketlerine hassasiyet

Fatih ÖZATAY
Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU [email protected]

Hatırlarsanız bu köşede defalarca iki önemli kırılganlığına dikkat çektim Türkiye ekonomisinin. Birincisi, tasarruf oranımız (toplam tasarrufumuzun milli gelirimize oranı) çok düşüktü. Hem yükselen piyasa ekonomilerine göre düşüktü hem de kendi geçmiş değerlerimize göre. İddialı olmayan bir yatırım düzeyini bile karşılamıyordu tasarruf oranımız. ‘İddialı olmayan’ derken, toplam yatırımımızın milli gelirimize oranının (yatırım oranının) yine yükselen piyasa ekonomilerine göre oldukça düşük olmasını kastediyorum. Birkaç rakam vereyim: 2008-2012 döneminde yükselen piyasa ekonomilerindeki ortalama yatırım oranı yüzde 31.1, bizde ise yüzde 20.3. Yükselen piyasa ekonomilerinin aynı dönemdeki ortalama tasarruf oranı yüzde 33, bizimki yüzde 14.3. Bu arada yatırım oranı ile tasarruf oranı arasındaki farkın cari işlemler açığının milli gelire oranına eşit olduğunu hatırlatayım. Böylece, iç güveysinden hallice bir yatırım oranı için bile yabancıların tasarruflarını kullanmak, yani yurtdışından borçlanmak zorunda kalıyoruz.

İkinci kırılganlık kaynağımız, ilkinin bir uzantısı. Yurtdışından borçlandıkça şöyle bir durum ortaya çıkıyor zamanla: Döviz cinsinden borçlarımız döviz cinsinden alacaklarımıza kıyasla giderek artıyor. Aradaki farka ‘uluslararası yatırım pozisyonu’ adı veriliyor. Merkez Bankası verilerine göre Türkiye’nin Ekim 2013’teki uluslararası yatırım pozisyonu eksi 420 milyar dolar. Farklı bir ifadeyle, döviz cinsinden yükümlülüklerimiz döviz cinsinden varlıklarımızdan 420 milyar dolar daha fazla ve aradaki fark milli gelirimizin yüzde 55’i kadar. Bu farkın önemli bir kısmı şirketler kesimine ait. Söz konusu olgu, döviz kuru hareketlerine karşı Türkiye’yi çok hassas kılıyor.

Uluslararası yatırım pozisyonunun artı verdiği ya da en azından bu denli bozuk olmadığı bir ülkede yerli paranın değer kaybetmesi, milli gelir artışına yardımcı olan bir gelişme. Nedeni açık: Yerli paranın değer kaybetmesi ihracatı artırıcı, ithalatı azaltıcı yönde çalışıyor. Değer kaybı derken, reel değer kaybını kastediyorum. Yani, enflasyonun üzerinde bir kur artışından söz ediyorum. Ama uluslararası yatırım pozisyonu bu denli bozuk olunca, kur artışı, hele enflasyonun oldukça üzerindeyse ve kısa zamanda gerçekleşiyorsa, Türkiye ekonomisini bozuyor. Çünkü döviz cinsinden borcu olan ve döviz cinsinden varlıkları bu borcu karşılayamayan kesimlerin bilançosu bozuluyor. Bir bütün olarak bakıldığında, az önce verdiğim rakamdan da açık olduğu gibi, Türkiye bu durumda. Kısacası, özellikle şirketler kesiminin bilançosu bozuluyor bu tür kur artışlarında. Böylelikle bir yandan kredi değerliliği düşüyor şirketlerin diğer yandan da yatırım yapma istekleri. Büyüme açısından iyi değil bu.

Asıl olarak bu nedenle, yurtdışından borçlanma olanaklarının azaldığı koşullar bizleri tedirgin ediyor. Borçlanma olanaklarının azalması, yani net sermaye girişlerinde düşüş, bir yandan şirketlerin daha az dış kaynak bulmaları anlamına gelirken diğer yandan da azalan döviz arzı nedeniyle kurda sıçramaya yol açıyor. Bu durumda da büyüme oranımız düşüyor ve işsizlik artıyor. Türkiye, önümüzdeki dönemde net sermaye girişlerinde azalma tehlikesi ile karşı karşıya. İki nedenle. Birincisi şu: Mayıs ayından bu yana ABD Merkez Bankası’nın yaptığı açıklamalar ve aldığı kararlar çerçevesinde, ABD mali varlıklarının faizlerinin yükselmesi nedeniyle, bizim gibi ülkelerin mali varlıklarının cazibelerini yitirmeleri. Bu durum, özellikle Türkiye için daha bir belirgin. Zira hem faiz haddimizi uzunca bir süre enflasyonun çok altında tuttuk hem de cari işlemler açığımız çok yüksek. Bu olgu bizi diğer yükselen piyasa ekonomilerine kıyasa daha riskli kılıyor. İkinci neden de 17 Aralık’tan bu yana olan bitenin Türkiye’ye ilişkin risk algılamasını yükseltmesi. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Havuz problemi 01 Ağustos 2018
Elbette zor ama mümkün 20 Haziran 2018
Bazı basit gerçekler 06 Haziran 2018