Kur geçişkenliği enflasyonu istenmeyen seviyelere çekebilir
2005’ten 2013’e kadar kur artışları oldukça düşük oranlardaydı, ve çoğu zaman da 2 taraflı, yani TL’nin değer kaybetmesi ve kazanması şeklinde gerçekleşiyordu. Nitekim sepet kur 2005-2012 yılları arasında 1.50 ile 2.20 arasında salınım gösterdi, ve TL’deki kalıcı değer kaybının başladığı Mayıs 2013 öncesinde de 2.06 düzeylerindeydi.
Eski Fed Başkanı Bernanke’nin Mayıs 2013’de ilk defa parasal gevşemeyi yavaşlatacağı açıklaması ile birlikte TL’nin de kalıcı ve sürekli değer kaybı başlamış oldu.Dün itibarıyle sepet kur 4.68 civarındaydı. Bu da 6 senede sepet kurun yüzde 127 arttığı, diğer bir ifadeyle de TL’nin yüzde 55 oranında değer kaybettiği anlamına geliyor. Karşılaştırma için, uluslararası yatırımcılar tarafından bizimle aynı sepete konulan diğer 2 para birimi olan G. Afrika randı ve Brezilya realinden örnek verirsem: Aynı dönemde sepet kur olarak rand yüzde 32, real ise yüzde 68 artmış. Bu perspektiften bakınca TL’nin son yıllarda ne kadar kötü bir performans gösterdiği daha belirginleşiyor.
TL’deki değer kaybı (kısa aralıkları saymazsak) 6 yıldır durmadan devam eden bir süreç. Bu birikimli sürecin enflasyon üzerindeki etkisinin dalgalı dönemlere göre çok daha güçlü olması beklenir. Onun için (MB’nın artık eski tarihli sayılabilecek çalışmalarına dayanarak) yüzde 10’luk devaluasyonun enflasyonda sadece yüzde 1.5 artış yarattığı (yüzde 15 geçişkenlik) varsayımı çok da doğru olmayacaktır. Nitekim, eğer Türkiye ekonomisinin baz enflasyon oranını yüzde 6.5 kabul edersek (bu aynı zamanda Mayıs 2013’deki enflasyon oranı), her sene enflasyondaki geçişkenlik oranının artmakta olduğunu görüyoruz. Örneğin kurların ortalamada yüzde 15 arttığı 2014 yılında enflasyonun trendin 1.7 puan üstünde kaldığını, ancak kurların ortalamada yüzde 22 arttığı 2017 senesinde ise enflasyonun trendin 5.4 puan üzerinde kaldığını görüyoruz. Yani ilk sene geçişkenlik yüzde 11.3 iken, geçen sene geçişkenlik yüzde 25 olmuş.
Bu uzunca izahatı neden yapıyorum? Merkez Bankası’nın enflasyonla savaşı çok daha ciddiye alması gerektiğini düşündüğüm için. Bugün itibarıyle sepet kurun bir yıllık ortalama artışı yüzde 19 civarında. Bugünden sonra sepet kur hiç artmasa dahi, bu sene ortalama kur artışı yüzde 17 olacak. Ancak kur artışının önüne geçmek için para politikasının olduğundan daha çok sıkılaştırılması gerekiyor ve MB’nın bu konuda yeteri kadar agresif ol(a)madığı bilinen bir gerçek. (Bugün gösterge tahvil faizleri yüzde 15.75’lere tırmanmışken, fonlama faizi 13.50.)
Kur geçişkenliğinin geçen seneyle aynı seviyede kalacağı varsayımı altında, enflasyonda bu sene taban rakamın yüzde 10.75 olacağını söyleyebiliriz. (Bu da piyasa beklentileriyle uyumlu bir oran.) Ancak, kur artışlarının devam etmesi durumunda, tabii ki enflasyon da daha yukarı seviyelere tırmanacaktır. Örneğin, kaba hesaplamalarıma göre bugünden sene sonuna kadar oluşacak yüzde 10’luk bir kur artışı, enflasyonun geçen senenin de üzerine, yüzde 12.5’lere çıkmasına yol açacak.
Bu şartlar altında en azından maliye politikasının sıkı tutulması gerekiyor(du). Seçimlerin erkene alınması da bu sene seçim ekonomisinin yapılmayacağına dair olumlu bir beklenti yaratmıştı. Ancak bu olumlu beklenti çok kısa süreli oldu çünkü herkesin bildiği gibi 24 milyarlık bir emekli ikramiyesi paketi açıklanmış bulunuyor. Geçen sene Ağustos ayından itibaren Hazine borç çevirme oranını yüzde 100’ün üzerine çıkararak normal ihtiyacının yaklaşık 20 milyar TL kadar üzerinde bir borçlanma gerçekleştirmişti. Bu hafta itibariyle bu paranın da tamamını harcamış olduğunu görüyoruz. Hazine’nin önümüzdeki dönemde borçlanmasını tekrar artırması gerekecek, üstelik borçlanma faizlerinin son 9 yılın en yüksek seviyesine geldiği böyle bir dönemde!