Kur farklarının vergilendirilmesi anayasaya aykırıdır!

Avukat Prof. Dr. Funda BAŞARAN YAVAŞLAR
Avukat Prof. Dr. Funda BAŞARAN YAVAŞLAR [email protected]

Türk Lirası’na (TL) güven zayıflığı ve 1971- 2004 arasında ve sonrasında 2017’den günümüze iki hanenin altına inmeyen enflasyon oranı (https://data.worldbank.org/indicator/ FP.CPI.TOTL.ZG?locations=TR), Türkiye’de başta Amerikan Doları (USD) ve euro (EUR) olmak üzere dövizi serveti/sermayeyi korumada her zaman tercih edilen bir araç yapmıştır.

Firmalardan sade vatandaşa kadar imkanı olan herkes, bir köşede döviz tutar. Bu, şirketler bakımından bazen ticari faaliyetlerinin getirdiği bir zorunluluk da olabilir.

Örneğin, ihracat ve ithalatla uğraşan firmalar için durum böyledir. TL’nin USD karşısında son bir haftada yüzde 7, yılbaşından bu yana ise yüzde 23 civarında değer kaybetmesi ve bunun daha da artacağı beklentisi, kur farkının gelir kabul edilip vergilendirilmesi nedeniyle büyük bir sorun ortaya çıkardı. Hemen belirtelim, bu sorun işletmeleri ilgilendiriyor.

Çünkü, sade vatandaşın bir köşede tuttuğu dövizi bozdurduğunda ortaya çıkan kur farkı gelir kabul edilmediğinden, ona vergi yok. Buna karşılık, şirketler (/kurumlar) bakımından durum böyle değil; çünkü, şirketler kayıtlarındaki yabancı paraları dönem sonunda değerlemeye tabi tutmak zorundalar ve burada borsa rayicini esas alacaklar. Dolayısıyla, TL’nin değer kaybı nedeniyle ortaya yüksek bir kur farkı çıkacağı kesin.

Eğer enflasyon muhasebesi uygulansaydı ve şirket kazançlarının enflasyondan arındırılmasına izin verilmiş olsaydı, bu bir sorun teşkil etmeyebilirdi. Ancak, enflasyon muhasebesinin olmadığı bir sistemde kur farklarını kazanç olarak kabul edip vergilendirmek, fiktif kazancı vergilendirmek demektir.

Oysa, verginin mali güçle orantılı olması ilkesi, sadece “gerçekten var olan” mali gücün vergilendirilmesini emreder. Olmayan bir kazancı vergilendirmek, ilkeye yani Anayasa’ya açıkça aykırıdır. Diğer yandan, bir başka Anayasa’ya aykırılık itirazı, kur korumalı mevduat hesabı nedeniyle düşünülebilir.

Çünkü, Kurumlar Vergisi Kanunu’na eklenen bir geçici madde ile (geçici md.14), yabancı paralarını TL’ye çevirerek TL mevduat veya katılma hesabı açan şirketlerin vade sonunda tekrar dövize dönmek istemeleri durumunda, vade sonundaki kur farkının TL’ye çevirme kurundan daha yüksek olması halinde kendilerine ödenen aradaki “kur farkı”, “diğer kazanç” adı altında vergiden istisna edilmiştir.

Bu istisna, TL’ye dönüşü desteklemek üzere getirilmiş bir istisnadır. Bunun, “TL’de değer kaybını önleme”de ifadesini bulan kamu yararına ölçülülük ilkesine uygun şekilde ulaşmaya izin veren bir araç olduğu kabul edilebilir.

Ancak, ticari faaliyeti gereği sürekli döviz bulundurmak zorunda olan şirketlerin, bu istisnadan yararlanma imkanları bulunmamaktadır. Merkez Bankası’nın döviz satışı yoluyla döviz kurlarının yükselişini frenleyebildiği bir ortamda, bu durum bir ölçüde göz ardı edilebilirdi.

Ancak, döviz kurunun frenlenmediği/frenlemediği ve böylece hızlı yükseldiği bir durumda, TL’ye dönüşü desteklemek üzere getirilen bir istisnadan faaliyeti gereği yararlanamayan mükelleflerin eşitlik ilkesine aykırılık savında bulunmaları pekala mümkündür.

Ticari faaliyeti gereği kullanamadığı bir istisnadan dolayı daha fazla vergi ödemek zorunda olmak, eşitlik ilkesine aykırıdır. Üreten firma adeta cezalandırılmaktadır. Nihayet, kurdaki yükseliş, döviz üzerinden borçlu şirketleri de, finansman gideri kısıtlaması nedeniyle etkilemektedir.

Ortada gerçek bir gider olmasına rağmen, bunun tamamını indirememeleri gerçek olmayan mali güçleri üzerinden vergilendirilmelerine yol açmaktadır. Yasa koyucu, bir an önce harekete geçerek, TL’deki değer kaybının -en azından- katlanılabilir eşiği aştığı durumlar için bu sorunları Anayasa’ya uygun şekilde çözmelidir.

Aksi halde, ek kurumlar vergisinden etkilenmiş pek çok şirket bir de kur farkı üzerinden vergi yüküyle karşılaşacak ve zora girecektir. Yasa koyucunun bunu düzeltmemesi halinde, mükellefler Ağustos ayını beklemek zorundadırlar. Kurum 2023 ikinci geçici vergi beyannamesi 17 Ağustos’ta verileceğinden, ancak ihtirazi kayıtla verilecek beyanname üzerinden yapılacak tarha o zaman dava açıp, bu Anayasa’ya aykırılığı ileri sürebileceklerdir.

Çünkü, vergi davaları idari yargı mevzuatına tabidir ve idari yargıda sadece idari işlem ve eylemlere karşı iptal ve tam yargı davaları açılabilmektedir; “tespit davası”na yer verilmemiştir. Bu ise, Anayasa’ya aykırı düzenleme uygulandıktan sonra mükellefin hak arayabilmesi anlamına gelmekte ve pek çok şirketin zora girmesine yol açmaktadır. Bunun da biran önce değiştirilerek, tespit davasına izin verilmesi elzemdir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
İhtiyati haciz dalgası! 10 Eylül 2024