Kur artışını artık Merkez değil hükümet durdurabilir
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun (PPK) bugün yapılacak olan aylık toplantısı, döviz kurlarında bir türlü fren tutmayan tırmanış nedeniyle kritik bir önem kazandı. Ekonomi ve piyasa aktörlerinin hemen hemen hepsi, kurlardaki tırmanışı frenleyebilmek için Merkez Bankası’nın faizleri artırması gerektiğine inanıyor. Ama aynı kişiler, Merkez Bankası’nın faizleri artıracağını da sanmıyorlar.
Çünkü Merkez Bankası’nın, politik açıdan kritik bir süreçte hükümete rağmen bir faiz kararı alabileceğine inanan yok. Faizlerin artırılmasına zaten karşı olan Başbakan’ın, hele de çifte seçim yapılacak bir yılda böyle bir adımı hoş karşılamayacağı düşünülüyor.
Kaldı ki Merkez Bankası’nın Aralık ayı enflasyon değerlendirmesi ile son PPK toplantısında yaptığı değerlendirmeleri üst üste koyarsanız, bir faiz artışı kararının çelişki olacağını söylemek mümkün. PPK son toplantısında cari açığın düşme eğiliminde olduğu ve enflasyonun düşmeye devam edeceği tesbitini yaparak, “mevcut politika duruşunun enflasyona ilişkin riskleri sınırlamak için yeterli olduğu” değerlendirmesini yapmıştı.
Merkez Bankası, aralık enflasyonu açıklandıktan sonra ise durumu, “temel enflasyon göstergeleri aşağı yönlü bir seyir izlemektedir”, “mevsimsellikten arındırılmış veriler, hizmet enflasyonunun ana eğiliminde belirgin bir değişikliğe işaret etmemektedir”, “mevsimsellikten arındırılmış veriler, temel mal artış eğiliminde Aralık ayında zayıflamaya işaret etmiştir” şeklinde yorumladı. Bu durumda faiz artışına ne gerek var ki?
Merkez Bankası, bugün önceki açıklamalarıyla çelişmeyi göze alarak faizleri artırırsa, bu piyasalarda olumlu bir etki yaratabilir. Ancak bu etkinin kalıcı ve uzun süreli olması pek mümkün değil. Çünkü kurları ateşleyen asıl faktör, yaşanan siyasi kriz ve bu krizde hükümetin izlediği tutum. Merkez Bankası’nın izlediği politikaların gevşek, yetersiz ve karmaşık olması, ancak ikincil bir faktör sayılabilir.
Kurları yükselten ana etken yabancıların güveninin sarsılmış olması. ABD Merkez Bankası’nın para musluklarını kısmasıyla sıcak para girişinin azalacak olması karşısında yüksek cari açıktan muzdarip olan Türkiye, yabancıların zaten kuşkuyla baktıkları bir pazar haline gelmişti. Son siyasi kriz ve hükümetin bu kriz karşısında izlediği tutum, yabancılarda bir güven sorunu da yaratarak kaygıları iyice derinleştirdi.
Yabancıların baktığı yerden gördükleri şudur: Bakanları da içine alan bir yolsuzluk iddiası sözkonusudur. Hükümet, yolsuzluk soruşturmalarını engellemek için hukuk devleti ilkelerini de zorlayarak her yola başvurmaktadır. Soruşturmaları engellemek için polis ve savcılar görevlerinden alınmakta, geniş çaplı kadro operasyonları yapılmaktadır. Hükümet kadro operasyonları ile de yetinmeyerek yargıyı hükümetin denetimine sokacak adımlar atmakta, savcıların görev yapmasını valilerin, emniyet müdürlerinin iznine bağlamak istemektedir. Bağımsız denetim kurumlarına da müdahale edilmekte, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu yöneticileri siyasi amaçlarla görevden alınmaktadır. Başbakan giderek daha otoriter bir lider haline gelmektedir. Hükümetin ABD ile arasında soğukluk yaşanmakta, Avrupa Birliği’nden gelen eleştiriler artmaktadır.
Döviz kurlarındaki hızlı artışın nedeni işte yabancıların gördüğü bu manzaradır. Bu yüzden yabancılar Türkiye’ye gelmek istemiyor, gelenler ise çıkmaya çalışıyor. Kur artışıyla açık pozisyon zararı artan yerli şirketler de döviz alarak zararlarını azaltmaya çabalıyorlar. Eskiden kur yükselince elindeki dövizi satan vatandaşlar, şimdi tam tersini yapıyor ve döviz satmak bir yana almaya çabalıyor. Her kanaldan yükselen döviz talebi kurları böyle ateşliyor.
Bu ateşi Merkez Bankası’nın tek başına söndürme şansı ve ihtimali yok. İş, Merkez Bankası’nı aşmış durumda. Bu ateşi artık ancak hükümet söndürebilir. Bunun için yapılması gereken ilk şey de yolsuzluk soruşturmaları başta olmak üzere her alanda hukuk devleti kurallarına sonuna kadar saygı duyulacağını gösterecek adımlar atmaktır.