Kur artışı karşısında panik olmak!

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Bu köşede 27 Ekim'de dikkat çektiğimiz gibi, zaten son dönemde dolar cinsi döviz tevdiat hesaplarında bir gerileme gözleniyordu. Yani, kur arttıkça tasarruf sahibi döviz satma eğilimi içine girmişti. Son iki günde bu eğilim iyice belirginleşti; ister düşük kurdan alınan dövizi satarak karı realize etme amacıyla olsun, ister vergi ödemeleri için Türk parası ihtiyacını karşılama amacıyla olsun, döviz satışları hızlandı. Bunun doğal sonucu olarak da Türk parası değerlenmeye başladı.

Dolar, bir ayda 1.23'ten 1.70'e çıkarak yüzde 38 değer kazandı. Dikkat edelim, yüzde 38 Türk parasının değer kaybı değil; dolar 1.23'ten 1.70'e gelirken Türk parasındaki değer kaybı yüzde 28'dir. Dolar örneğin 1.23'ten 2.46'ya çıksa, yani yüzde 100 değer kazansa, bu orana Türk parasının değer kaybı diyebilir miyiz? O durumda, Türk parasının değeri sıfıra inmiş olmaz mı? Bu çok yapılan yanlışa değindikten sonra kurdaki artıştan böylesine kaygı duymalı mıydık, ona bakalım.

Döviz kurunda yaşanan yükseliş karşısındaki yakınmaları ve telaşı anlayabilmek gerçekten pek kolay değil. Dolar 1.70'i aşınca sanki ekonomide kıyamet kopuyormuş gibi bir kaygı içine sürüklendik. Aslında hepimiz biliyoruz ki, döviz kuru olması gereken düzeye yaklaşıyordu. Akla hemen şu soru gelecektir: "Nedir olması gereken düzey?" Ortada bilimsel bir çalışma var. Kimse bu çalışmanın ortaya koyduğu değer köpüğünün tümünün çok kısa bir sürede alınacağını söyleyemese de bu çalışma Türk parasının ne kadar değerli olduğunu gösteriyor. Sözünü ettiğimiz çalışmayı Merkez Bankası yapıyor ve her ay sonuçlarını kamuoyuna açıklıyor. Bu çalışma, reel efektif döviz kuru endeksi. Merkez Bankası 1995 yılını baz yılı kabul ediyor ve buna göre Türk parası, on dokuz ülke parasının ve bu ülkelerin ağırlıklarının dikkate alındığı hesaplamaya göre, ağustos ayı itibariyle tam yüzde 93.4 oranında değerli durumda. Eylülde değerlilik oranının biraz düştüğünü ve 91.4'e indiğini görüyoruz. Çok açık ki, ekim ayındaki değerlilik oranı çok daha aşağılarda oluşacak.

Merkez Bankası'nın baz yılı olarak 1995'i almasının nedeni açık; 1994 yılındaki krizden sonra dengelerin görece yerine oturduğu varsayılıyor. Başka bir kriz yılını baz aldığımızda da durum çok değişmiyor aslında. Reel efektif kur endeksinin 2001 yılındaki ortalama düzeyi de 112.5, yani 1995'e çok yakın. Eğer 1995 değil de 2001'i baz alırsak, Türk parasının ağustos ve eylüldeki değerlilik oranlarının yüzde 71.9 ve yüzde 70'e indiğini görüyoruz.

Her ne kadar reel efektif döviz kuru endeksi yalnızca dolar için hesaplanmıyorsa da, Türk parasındaki değerlilik oranını dolara uyguladığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor. Doların ağustos ayı ortalaması 1.1727, eylül ayı ortalaması 1.2664 düzeyindeydi. Bu rakamlara, 1995 için 100, 2001 için 112.5 olan reel efektif döviz kuru endekslerine göre oluşan yüzde 90 ve yüzde 70 dolayındaki artışları uyguladığımızda, doların olması gereken düzey 2.15-2.30 arasında bulunuyor. Yani, dolar 1.70'lerdeyken bile, 1995 ve 2001'deki düzeye çıkılması için Türk parasındaki değer kaybının sürüyor olması gerekirdi. Oysa biliyoruz ki, dolar 1.70'ten yönünü aşağı çevirdi.

Çok karmaşık hesaplara girmeye de gerek yok aslında. Dolar, 2006 yılının ortasında 1.77'ye kadar çıkmıştı. Aradan iki yıl geçti, bu kez 1.77 bile görülmedi.

Hem ayrıca, yıllar boyunca Türk parasının çok değerli olduğunu, bunun yerli üretimi ve ihracatı baltalayan, Türkiye'yi ithal mal cennetine çeviren bir sonuç doğurduğunu söyleyip durmadık mı; Merkez Bankası'nı faizleri düşürmek yoluyla kur artışına destek vermeye çağırmadık mı; hızımızı alamayıp Merkez Bankası'nı hükümet olarak işadamlarına, işadamları olarak hükümete şikayet etmedik mi; yakınmalarımızı sürdürürken, öbür yandan da Türk parasının çok değerli seyretmesinden yararlanıp döviz kredisine sarılarak açık pozisyonda rekorlar kırmadık mı? Şimdi de, kur artışı karşısında sözüm ona panik oluyoruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar