Kur artışı ile cari açık azalır mı?
Başbakan Yardımcısı Sn. Mehmet Şimşek geçtiğimiz günlerde Türk Lirası’ndaki değer kaybının Türkiye’yi rekabetçi hale getirdiğini belirtmiş. “Rekabetçi” olmaktan kasıt pek tabii ki TL’nin zayıflaması ile birlikte ihraç ürünlerimizin döviz bazında fiyatlamasında meydana gelebilecek avantaj (ve de bunun yaratacağı ihracat ivmesi). Ancak TL’nin değer kaybı yeni bir olgu değil. TL eski Fed Başkanı Bernanke’nin tahvil alımlarını kısmaya başlayacağını söylediği Mayıs 2013’ten beri değer kaybetmekte. Sepet kur olarak bakıldığında o günden bugüne kadarki değer kaybı yüzde 115’i bulmuş durumda.
Bu noktada kur kaybının otomatik olarak rekabetçiliğimizi artıracağı gibi bir sonuca kapılmayalım. Bu durumun oluşması için enflasyonun, özellikle ücretler enflasyonunun kurdaki değer kaybının altında kalması (diğer bir ifadeyle, reel ücretlerin döviz bazında gerilemesi) gerekir. Nitekim, aynı dönemdeki kümülatif enflasyon artışı sadece yüzde 50’nin biraz üzerinde. Ücretlerdeki artış da aynı civarlarda. Bu süre zarfında reel efektif döviz kuru ise 134 seviyelerinden 84’lere gerilemiş durumda.
Son 5 yılda TL’nin değer kaybı sonucunda artan rekabetçiliğimizin ihracatımızı önemli ölçüde ivmelemesi ve ithal malları da daha pahalı olacağı için ithalatımızın göreceli olarak azalması, ve dolayısıyla cari açık oranımızın gerilemesi beklenirdi. Ancak rakamlara baktığımızda bu durumu pek de göremiyoruz. Evet, 2013’de yüzde 7.9 olan cari açığın milli gelire oranında 2016’da 3.7’ye bir gerileme söz konusu. Ancak bu durum 2013’de yüzde 8.5 olarak gerçekleşen büyüme oranının 2016’da yüzde 3.2’ye gerilemesinin bir sonucu. 2017 sonunda ise cari açık oranının yeniden artarak yüzde 5.5’e ulaştığını görmekteyiz.
Bazı yorumcular kurların artmasıyla birlikte hem ihracatımızın, hem de ihracatçılarımızın kârlarının artacağı görüşündeler. Ancak ihracatımızın artması için ihraç ürünlerimizin döviz fiyatının da azalması gerekir, bu da ihracatçıların elde edecekleri kârların azalması anlamına gelir. Kısaca, aynı anda hem ihracat miktarımız, hem de ihracatçı kârımız artamaz, ikisinden biri olmak durumunda. (Ancak daha fazla üretimin getireceği ölçek ekonomisi sonucunda ihracatçı kârını bir miktar artırabilir.) Ayrıca, ihraç ürünlerimizin pek çoğunun fiyat elastikiyetinin oldukça düşük olduğunu da unutmayalım. Esasen, yapılan araştırmalar ekonomilerdeki ihracat artışlarının ana nedeninin ihracat pazarlarındaki talep artışı olduğunu göstermektedir. Nitekim, son dönemlerde Türkiye’de ihracatın ivmelenmesinin arkasında büyük ölçüde AB’deki talep artışı yatmaktadır. Bu konuda fiyat avantajımızın (rekabetçiliğimizin) etkisi çok azdır.
Olayın ithalat boyutuna gelirsek. Tabii ki, kurların artması ithalat talebini azaltacaktır. Ancak, enerji ve Türkiye’de üretimi imkansız hammaddelere olan talep kur artışlarından ya hiç, ya da çok az etkilenir. Ayrıca unutmayalım ki, Türkiye’deki mevduat tasarruflarının giderek artan bir kısmı dövize yönelmiş durumdadır. Kurun baskı altında kalmaya devam edeceği ve rekabetçiliği artırmak için TL’yi daha da zayıflatmak gerektiği (=TL değer kazanmayacak) şeklindeki görüşler yaygınlık kazanırsa bu yöneliş daha da artacak ve sistem kötü bir spirale girecektir. Bu arada tasarrufların önemli bir kısmı dövizde olduğu için de kurların artışı ithal mallara olan talebi birebir azaltmayacaktır.
Her ne kadar değer kayıpları sonucunda TL’nin rekabetçi olduğunu belirtmişse de Sn. Şimşek’in kendisi de cari açıktaki asıl düzelmenin daha yüksek tasarrufa sahip bir Türkiye ile olacağını vurguluyor. Tasarruf artışının ise şirketlerin ARGE’ye yatırım yaparak kârlarını yükseltmesi ve bu kârlarla da daha fazla yatırım yapması, kamu maliyesinin güçlü kalması ve hanehalklarının daha çok tasarruf etmesiyle mümkün olacağını söylüyor.