Kültür
Şirket çalışanlarının yöneticilerini değerlendirirken kullandıkları çeşitli sözcükler vardır. Doğru, nazik, akıllı veya üç kağıtçı, kaba, aptal yahut çalışkan, girişken, işini bilen veya tembel, uyuşuk, iş bilmez gibi. Hısım-akraba ve hayvan tanımları kullanımı da yaygındır. Baba adam, eş..şek, gibi. Nadirdir ama “Kültürlü” tanımı da vardır. Bu sohbetimde, yine sosyolog, sosyal psikolog ve antropologların hoşgörüsüne sığınarak yönetimde kültür denilen şeyden bahsetmek istiyorum.
Kültür kavramının çeşitli tanımları var. Bunlara girmek istemiyorum. Bu yazı dizisinde başat kültür, mikro kültür ve örgütsel kültür konularına işletmecilik açısından değineceğim.
Kültürün, benzer konularda kullanılan her kavram için geçerli olduğu gibi, tek bir tarifi yok. Benim bildiğim bir düzineyi aşkın, çoğu ‘kendisi tanıma muhtaç’, tanım var. Kültür de söylenin ne kastettiğinin dinleyen tarafından anlaşılacağı ümidiyle, kullandığı kelimelerden biri. Hani derler ya ‘dinleyen söyleyenden arif gerek’ işte öyle bir şey.
Bu dizide üstüme vazife olmayan kültür kavramının tanımını tartışmak yerine hangi yönlerinin işletmecilik açısından önemli olduğuna değineceğim. İnsanların maddi ve manevi tercih ve tutumları tanımını kabullenip konumuza dönelim. Şirketi oluşturan elemanların maddi ve manevi tercihleri işletmecilik konusunda neden önemli? Bunun cevabını vermek için işletmecinin işini hatırlayalım. Şirketlerin beş kaynağından biri ‘insan kaynakları’ olarak verilmişti. Geçtiğimiz bir kaç hafta bu kaynağı bazı açılardan tartışmıştık. Yöneticinin işini de kaynakları planlamak, tedarik etmek ve denetlemek tanımlamıştık. İşte bu konuya insan kaynaklarının tedariki ve denetiminde onların maddi ve manevi tercihlerinin dikkate alınması gerçeği açısından yaklaşmak istiyorum.
Önce başat kültür. Bazı yazarlara göre (*) kültürler genel açıdan ‘utanç’ kültürleri ve ‘suç’ kültürleri olarak ikiye ayrılırlar. Sanayi devrimini yapamamış, genellikle kalkınmakta olan ülke, veya üçüncü dünya özellikle doğu ülkeleri ve de özellikle Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkeler utanç kültürlü ülkeler olarak tanımlanıyor. Sanayi devrimini yapmış, genellikle ‘sanayi devrimi sonrası’, batılı ve halkının çoğunluğunun Hristiyan olduğu ülkeler de suç kültürlü ülkeler olarak sınıflandırılıyor. Bu düşüncenin savı ise ülkelerin kalkındıkça utanç kültüründen suç kültürüne geçtiği. Bu açıdan bir çok ülke geçiş ülkeleri, yani utanç kültüründen suç kültürüne geçme sürecinde olan ülkeler sınıfında değerlendirilirler. Bu konuda Türkiye’de geniş kapsamlı araştırmalar var mı bilmiyorum. Ama Türk başat kültürünün utanç kültürü veya en azından bir geçiş kültürü olduğu kanısındayım. Şimdi bu ne demek?
Utanç kültürlerinde insanlar davranışlarını hukuku çiğnemenin getireceği cezadan (dünyada ve / veya ahrette) çok toplumun bu hareket dolayısı ile onları dışlama, utandırma olasılığına göre ayarlıyorlar. Utanmak yerine suçlu olmak, suçlu duruma düşmektense utanılacak duruma düşmeyi yeğlemek bu iki kültür arasındaki davranış farklılıklarını özetliyor. Basite indirgeme ama utanç kültürlerinde ayıp, suç kültürlerinde ceza çalışıyor. Benim çocukluğumda ‘ayıp’ olacağı için gece radyonun sesinin kısılması İsviçre’de yaşadığım yıllarda yaşlı komşunun prostat olduğu için gece ikide birde sifon çekerek komşuları taciz ettiği gerekçesiyle mahkeme kararıyla sifon çekme yasağına çarptırılması! örnekleri gibi.
Geçiş kültürüne sahip olmamızın, yani ne tam bir utanç nede tam bir suç kültürüne sahip olmamamızın bazı kurum ve kişilerin insana “Yok artık” dedirtecek bazısı komik bazısı tirajı-komik bazısı trajik davranışlarını her gün görüyoruz, okuyoruz.
Yönetim bilimi, özellikle insan kaynaklarının yönetimi, konusundaki bilgi birikiminin hemen tamamının suç kültürlü ülkelerden transfer edildiği düşünülürse bunun karma veya utanç kültürlü ülkelerdeki geçerliliğinin tartışılması iyi olur diye düşünüyorum. Bunu ilk söyleyen ben değilim elbette.
İnsan kaynaklarının kullanımında son derecede önemli olan ‘ödül’ ve ‘ceza’ düzenlemelerinin hangi kültüre göre hazırlanması gerektiği, şirketin amaçlarına ulaşmasına yardım edecek örgüt kültürünün oluşmasında ‘suç’ ve ‘utanç’ kültürünün rolü, şirketin sosyal sorumluluk ve ‘iyi’ vatandaşlık imajının oluşmasına verdiği değerin tanımlanması gibi çok önemli bazı konular bu ayırımın iyi anlaşılmasına bağlıdır. Bazı yazarlarımızın Türkiye genelindeki siyasi, sosyal ve ekonomik olayları anlamak ve anlatmakta kullandığı suç ve utanç kültürü ayırımı, yanılıyor olabilirim ama, başat kültürün etkisini fazlaca gösterdiği şirket düzeyinde hemen hiç araştırılmamış. Devam edeceğiz.
Sağlıcakla kalın.
(*) Bu tanımlamalar ilk defa Ruth Benedict’in Amerikan kültürünü "suç kültürü” Japon kültürünü ise “utanç kültürü” olarak tanımladığı The Chrysanthemum and the Sword, başlıklı kitabında verilmiştir (Kitap İş Bankası Kültür Yayınları arasında Krizantem ve Kılıç başlığı ile Türkçeye de çevrilmiştir.)