Kültür de büyüme faktörüdür

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

İşleri ya da hayat tarzları gereği başka ülkelerin insanlarıyla sık temas edenlerimizin sık sık tanık olduğu bir şey, bize oranla çok daha gelişmiş olan ülkelerindeki tekdüzelikten şikayet ederek bizdeki canlılığın, belirsizliğin ve heyecanın çok hoş ve adrenalin yükseltici olduğunu söylemeleri. İlk duyduğumuzda bizi mutlu eden bu özelliğin, aslında toplumda pek çok denge unsurunun oturmamasından, sadece ekonomik değil sosyal ve kültürel anlamdaki kurumsal yapıların yetersizliğinden, genel olarak geleceğin öngörülememesinden kaynaklandığını düşününce öyle pek de övünülecek bir tarafı olmadığı açık. Nitekim şimdi bölgemizde göreli bir başarı sembolü olarak görülmemizin nedeni de, demokrasi ve piyasa ekonomisi bağlamındaki temel kurumsal çatı açısından, bölge ülkelerine oranla daha ileri ve istikrarlı, daha önemlisi daha güvenli ve öngörülebilir olmamız değil midir? Bunu da, sancılı ve arzuladığımızdan yavaş da olsa, son otuz yıl içinde aralıklarla sürdürdüğümüz reform inisiyatiflerine borçluyuz.

Rekor büyümeye tedirgin sevinç

Buna rağmen haklı olarak kendimizi rahat da hissedemiyoruz. Baksanıza, yüzde 8,9 gibi kimsenin beklemediği bir rekor büyüme bile coşkulu değil, ancak tedirgin bir sevince yol açıyor. Çünkü büyüme ile artan cari açık ve enflasyon riski, potansiyel bir krizin habercisi gibi algılanıyor. Diğer büyüme rekortmenleri bu performansı cari fazla ile gerçekleştirdiği için bu algılama pek yanlış değil. Talep ve ithalat çekişli bir modelden üretim ve ihracat çekişli bir modele geçişi sağlayacak kapsamlı yapısal dönüşümü gerçekleştiremezsek, bu tedirginlikle birlikte yaşayacak gibiyiz; ya da düşük büyümeye razı olacağız. Kırk katır mı, kırk satır mı tarzında bir ikilem.

Krizin batı ülkelerinde de adrenalini bolca artıran etkisiyle ve hasarı gidermek için bollaştırılan, böylece ucuzlayan sermaye Türkiye'de de ekonominin canlanmasına yardım etti ama doğal olarak yukarıda sözünü ettiğimiz yapısal dönüşüme ilişkin bir yararı olmadı. Hatta abartı sayılabilir ama sağladığı hızlı toparlanma ve rehavet, yurtiçi katma değer üretimine ve verimliliğe verilen önceliğin kaymasına, en azından ertelenmesine yol açtı. Şimdi, rekor büyümeye rağmen, seçim sonrasında bizi bekleyen reform gündemi kriz öncesi ile aynı.

Kültürün verimlilikteki rolü

Gelişmiş ülkelerin insanlarıyla temasların hissettirdiği başka duygular da var. Mesleğinde belli standarda ulaşmış yurttaşlarımız, çoğu yönden kendilerinden üstünlüğü bulunmayan bu kişilerin mensup olduğu toplumların neden bizden ileride olduklarını çözmekte zorluk çeker. Sermaye ve teknoloji gibi faktörlerin dışında, hatta onları da biçimlendiren çok önemli iki faktörün, eğitim ve kültürün rolü çokca unutulur. Oysa bizim de en büyük potansiyel avantajımız olan insan kaynağının niteliğini ve verimini belirleyen bu ikisidir. Eğitimin modelinin araştırıcılık ve analitik yetenek açısından önemine daha önce değindik. Kültür üzerinde de durmakta yarar var.

Sosyal yaşamda da, iş dünyasını ya da başka toplumsal kesitlerde de, bireysel ya da örgütsel verimliliğimizi kısıtlayan ve ayakbağı oluşturan özelliklerimiz var. Bunlardan biri de "olumsuzculuk" diyebileceğimiz genel davranış kalıbımız. Olayların ve insanların olumsuz taraflarına fazla odaklanıyor, enerjimizi bunların tanımına ve telafisine harcıyoruz. Oysa olumlu unsurlardan sinerji ve ortak yarar çıkarmaya yoğunlaşsak, hem kaynak kullanımında hem de faktör verimliliğinde daha hızlı mesafe alabiliriz.

Aktif ve üretken tavır

İşin özünde değer üretmeye değil, üretimi veri sayıp paylaşmaya dönük pasif bir kültürel tavır sözkonusu. Oysa zengin olmaya değil zenginlik üretmeye, bir şey olmaya değil bir şey yapmaya, çatışma ve zayıflatmaya değil, yetkinleşmeye, uzlaşmaya ve işbirliğine yönelten bir kültüre ihtiyaç var. Bu, aktif ve üretken bir kültürel tavır anlamına gelecek. Özellikle erişimin ve rekabetin giderek arttığı bilgi toplumu aşamasında, yeni ortaya çıkan paradigmaların anlaşılması bir kat daha fazla gayret sarfını gerektirecek.

Geçen hafta Londra'da "Türkiye ile büyümek" başlığıyla ve başarılı bir tanıtımla yapılan toplantının da bir kez daha vurguladığı "cazip pazar" özelliğinin yanına "cazip yatırım üssü" özelliğini katmak için, bu köşenin okuyucularının aşina oldukları yapısal ve stratejik hamlelerin yanında bu davranışsal ve kültürel dönüşüme de ihtiyaç var. Üstelik küreselleşmenin talep odaklı niteliği, güçlü talebi olan ülkelere dönüşüm için avantaj sağlıyor. Kaçırırsak yazık olacak.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019