Kulağa hoş gelen fakat gerçekçi olamayan söylemler!
Merkez Bankamızın 2016 yılı para ve kur politikalarına ilişkin söylemleri kulağa hoş geliyor! Açıklanan yapısal reformların uygulamaya geçirilmesi, büyüme potansiyelini önemli ölçüde arttırabilecekmiş; genel duruş enflasyon görünümüne karşı sıkı, döviz likiditesinde dengeleyici ve finansal istikrarı destekleyici nitelikte olacakmış. Küresel para politikalarında normalleşmenin başlaması ile birlikte, oynaklıklarda gözlenen gerilemenin kalıcı olması durumunda sadeleşme adımları devreye girecekmiş.
Hemen yukarıda özetlemeye çalıştığımız söylemler, küresel koşulların düzelmeye başlaması ve risk alma isteğinin yeniden artmaya başlaması durumunda anlamlı olabilir. Fakat geride bıraktığımız yıl genelinde olduğu gibi tam aksi eğilimlerin yaşanması durumunda, kırılganlığın artmasına ve güvensizliğin büyümesine katkı yapabilir. Tasarımdaki baz senaryonun gerçekleşme olasılığı yok denecek kadar küçüktür ve gerçekçi değildir.
Enflasyon görünümüne karşı sıkı duruş, döviz likiditesinde dengeleyici ve finansal istikrar konusunda destekleyici oluş lafta kalmaktan öteye gidemeyebilir. Riskten kaçınma eğiliminin etkili olmayı sürdürmesi ve diğer gelişenlerin kırılganlaşması halinde, yapısal reformların uygulanması Türkiye’yi olumlu yönde ayrıştırmaz ve büyüme potansiyelini arttıramaz. Fiyat oynaklıkları da dalgalı bir şekilde artmaya devam eder, para otoritesi gelişmeleri seyrederek sözel pansumanlar ile durumu geçiştirmeye çalışmaktan başka bir şey yapamayabilir.
Siyasiler tarafından belirlenmiş makroekonomik hedeflerin, para otoritesinin araç bağımsızlığını anlamsızlaştırdığını ve etkinliğini önemli ölçüde azalttığını hesaba katmak durumundayız. Küresel koşullar güçlü bir şekilde olumsuzlaşmaya devam ediyor ve bölgemizdeki jeopolitik gerginlik hızla yükselmeye devam ediyor; siyasi irade bu gelişmelerin olumsuz etkilerini görmezden geliyor ve popülizme yöneliyor. Merkez Bankası da bu yanlışları görmezden gelerek gerçekçi olmayan ve güven vermeyen tasarımlar yapmak zorunda kalıyor; yüksek faiz yüksek enflasyonun sebebidir söylemine ortak oluyor ve içinden çıkamayacağı bir açmaza sürükleniyor.
Hafta başında açıklanan enflasyon rakamları, para otoritesinin enflasyon görünümüne karşı sıkı duramadığını teyit ediyor. Bu durumun, döviz likiditesinde dengeleyici ve finansal istikrarı destekleyici olmaya çalışmanın bir yan tesiri olduğunu görmek gerekiyor. Döviz rezervlerinin erimesi ve faiz yükselişi konusunda piyasanın çok gerisinde kalınması doğal olarak güvensizliği besliyor, Türk Lirası’nın yıpranmasına katkı yapıyor. Ortalama fonlama maliyeti ile yıllık enflasyonun yüzde 8,81 düzeyindeki buluşması sıkı durulamadığını sergiliyor. Zaman içinde kırılganlık artıyor ve para otoritesi farklı ve gerçekçi bir tepki veremiyor; oluşan kısır döngü kendi kendini beslemeye devam ediyor. Koşullar para otoritesini, duruşu değiştirmeye zorluyor; fakat bu mesajı almak etkili ve yetkili kesimlerin işine gelmiyor!
Küresel ve bölgesel koşulların olumsuzlaşması, ülkemiz açısından görmezden gelinebilecek bir durum değildir. Rekabet koşullarının olumsuzlaşması, riskten kaçınma eğilimindeki güçlenmeye bağlı olarak tasarruf açığının büyümesi, doğal ihracat pazarımız durumundaki komşularımızla ilişkilerin kısa vadede düzelemeyecek şekilde bozulması, içerideki çok yönlü sorunların ağırlaşması türünden olumsuzlukların her biri ciddi sıkıntılar yaratmaktadır. Bunları dikkate almamak, yenilgiyi veya başarısızlığı kabul etmek anlamındadır.
Sormak gerekiyor: bu durumda güvensizliğin artması ve kırılganlık algısının geriletilmesi mümkün olabilir mi? Yapılması gerektiği halde yapılamayanların ve yapılması gerektiği halde kaçınılanların, yıkıcı yan tesirler üretmesi önlenebilir mi? Aldanmaktan bıkıp usananların, öncelikle başkalarını aldatmaya çalışmaktan vazgeçmesi gerekmez mi?
Gelişmeler, gerçekleri dikkate alan alternatif bir tasarımın olmadığını düşündürüyor! Sistemi oluşturan kurumsal yapı yıpranmaya devam edecek gibi görünüyor!