Kula Dayı'nın eşeği
BUZDAĞININ DİBİ / RÜştÜ Bozkurt Bu yaşanmış öyküyü, çok değişik ortamlarda anlattığımın, birçok kez yazıya aktardığımın farkındayım. Bugünlerde ülkemizin değişik yörelerine gidiyor; çok farklı işlerle uğraşan insanlarla konuşuyor; onların yaşadıkları sorunları "anlamaya" çalışıyorum. Öylesine hızlı gelişmeler yaşıyoruz ki, neyi, nerede, nasıl ele almamız gerektiği konusunda kuşkuya kapıldığımız oluyor. Ne zaman beni şaşkınlığa uğratan gelişmeler olsa, hemen Kula Dayı'nın eşeğiyle ilgili öyküsünü anımsar; zihnimdeki karmaşaya bir ayar yapmaya çalışırım. Kula Dayı'nın çok çocuğu vardır; az tarlası. O da evini geçindirmek için ormandan kuru odun toplar; onu eşeği ile taşır; köyün ileri gelenlerinin ihtiyacını karşılar; emeğinin karşılığında da buğdaydan fasulyeye, paradan giyecek eşyaya kadar ne verirlerse alır; geçinir gidermiş. Köyün güneyinde gürgen ağaçları ile kaplı ormanlar arasında Çalıca denen bir alaca vardır. Kar ve yağmur suları Çalıca alacasının ortasında küçük bir göl oluşturmuştur. Yaylada salınan mandalar o gölete girer; çamura bulanırlar. Kula Dayı odun toplarken otlasın diye eşeğini Çalıca'daki alacaya salıvermiştir. İşini bitirip döndüğünde, bakmış ki, eşek gölete düşmüş; boğulmuş. Çaresiz odunlarını sırtlanan Kula Dayı köye gelirken, öküzleri ile ormandan kereste getirmek için giden köylüleriyle karşılaşmış. Köylüler şaşkınlıkla sormuşlar: "Kula Dayı eşeğe ne oldu?" Anadolu'nun çile örslerinde dövülerek pişmiş bu insan, yüzünde eksik olmayan o gülümsemeyle yanıt vermiş: "Bizim eşek Çalıca 'daki göle düştü. Yedi çeşit yüzme biliyordu. Hangisini yüzmeliyim diye düşünürken boğuldu öldü!" Yargılarımız ne kadar gerçeğe dayanıyor? Toplumsal hareketler kimi zaman temeldeki dinamiklerin etkisi ile, çoğu zaman da sanal bir söylemin rüzgarlarıyla karma karışık hale gelebiliyor. Gezdiğim ve gördüğüm yerlerdeki gelişmeler beni cidden şaşırtıyor. Bir yanda, tam kapasite çalışan, satış sorunu yaşamayan, biraz kurlardan, biraz da girdi maliyetlerinde piyasa dışı etkenler nedeniyle gereksiz artışlardan yakınan çok sayıda işyeri yöneticisi var. Öte yandan, fabrikasını durdurmuş, işçilerini çıkarmış, bakım-onarım personeli dışında işini paydos etmişlere de rastlıyorum. Arada kalanlar da var. İşlerdeki gidişata bakıp ciddi bir kriz ortamı göremeyen, ama söylenti nedeniyle zihninde güven yaratamayanlar da önemli bir çoğunluğu oluşturuyor. İyi bir ekonomik gelişmenin, istikrarlı bir siyasi ortam üzerinde inşa edildiğini hepimiz biliyoruz. Oysa ülkemizde siyasetin gündemi zenginlik üretiminin projelerinden çok, toplumun refahıyla hiç de doğrudan ilgisi olmayan konularla yeterinden çok işgal ediliyor. Tam da dışarı dan ithal edilen bir ekonomik durgunluğu nasıl fırsata dönüştürebileceğimizi tartışabileceğimiz bir zaman. Ne yazık ki, medya başta olmak üzere, fırsatlar üzerine odaklanma yerine, önemli ölçüde sanal olduğuna inandığım tartışmaları öne çıkarıyor ve zihnimizi bulandırıyor; bilirsizlik alanını genişletiyor; risk alanını belirlemeyi güçleştiriyor; yatırımları caydırıyor; işleri geliştirmeye dönük projeleri erteletiyor. Zihni berraklık önemli Olağan koşullarda, özellikle büyüme dönemlerinde işyerlerini yönetme daha kolaydır. Bugün yaşayarak gördüğümüz zihni bulanıklık dönemlerinde, herşeyi çözmeye kalktığımızda Kula Dayı'nın eşeği gibi boğulabiliriz. Oysa, çok yalın bir projeye, onu yaşama taşıyacak programa ihtiyaç var. Bu programı zorlamak da başta siyasi iradenin; onun ardından girişimcilerin ve sivil inisiyatiflerin işi. Birbirimize ihtiyacımız var. Kısır çekişmelerle olumsuzlukları büyütme yerine; işbirliği yaparak, ortak değerlerimizi, ortak irademizi, ortak yararlarımızı, ortak projelerimizi ortaya koymak ve ortak kurumlarımızla geleceği güven altına almak zorundayız... Aşırı değerlendirilen bilgiçliğin yarattığı seçme zorluğundan da kaçınalım; birbirimizi anlamayan entelektüel kısırlıktan da... Tam da bir "ortak akıl" yaratma günündeyiz. Bu hepimiz için önemli bir sınav.