Küçülme tercihi nasıl uygulanabilir?
ARKA PLAN / Mehmet Uğur Civelek Geçtiğimiz haftanın son iş gününde kamuoyuna yansıyan stratejik nitelikteki bir karar ve buna sebep olan beklentiler mevcut belirsizlik algılaması açısından özel bir önem taşıyor. ABD'nin en büyük bankacılık kurumu Citigroup CEO'su Pandit, yatırımcı ve analistlerle yaptığı toplantıda, iki-üç yıl içinde 400 milyar dolarlık aktifi elden çıkaracağını açıklamış; gayrimenkul ve riskli ipotek senetlerine dayalı borçlanma araçları gibi ürünlerin oluşturduğu bu büyüklük, toplam bilançosunun yüzde 20'si düzeyinde imiş. Amacın yıllık gelir artışında yüzde 8-10'luk hızı yakalamak olduğu ifade edilmiş. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız kararın gerek sebepleri gerekse sonuçları, bugüne kadar beklentiler bozulmasın diye dile getirilmeyenleri ve tetikleyeceği zincirleme reaksiyonla gündeme gelecek büyük belirsizliğe ilişkin ipuçlarını bünyesinde taşıyor. Açıklanan kararın uygulanması durumunda, finansal yapının ve ekonomik eğilimlerin, gerek ABD'de gerekse küresel düzeyde nasıl etkileneceği konularının sorgulanması gerekiyor. Konuyu irdelerken küresel düzeyde büyüme tahminleri aşağı çekilir iken enflasyon beklentilerinin yükseldiği bir ortamın mevcudiyetini unutmamak gerekiyor. Ayrıca Kemal Derviş'in söylemi ile gündeme gelen enflasyon tsunamisi ile gelişmiş ekonomilerde bankacılık sistemini kurtarmak için yapılanlar arasındaki güçlü ilişkinin, üst düzey yöneticiler katında da hesaba katıldığını dikkate almak gerekiyor. Belli ki 2001-2007 arasındaki sürdürülebilir olmayan büyüme stratejisinin yanlış olduğu kabul edilmiş ve daha büyük itibar kaybını önlemek adına küçülme kararı zorunlu olarak gündeme gelmiş. Gerek ABD gerekse küresel düzeydeki diğer bankalar da, benzer kararlar almak ve uygulamaya çalışmak zorunda kalabilir. Mali sistem risklerini azaltmaya çalışır iken bu riskleri kimler alacak ve piyasalarda yaşanacak dalgalanmalar ne boyutta olacak? Bu süreçte finansal piyasalarda yaşananlar bilançoları nasıl etkileyecek? Bu ve benzeri sorulara yanıt aramaya çalıştığımızda, alınan kararın ne ölçüde uygulanabilir olduğunu sorgulamak zorunda kalınıyor! Zira 2001-2007 yılları arasında durgunlaşma ve riskten kaçınma eğilimini frenlemek adına, bankalar kimsenin almak istemediği riskleri almak zorunda kalmıştı; gerek siyasilerin gerekse para otoritesinin destek ve yönlendirmesi etkili olmuştu. Eğer mali sistem ilkelerinden vazgeçmese ve büyümek yerine olumsuz koşullar nedeniyle küçülse 1929'dakine benzer bir buhran yaşanacaktı. Söz konusu dönemde faaliyet gelirleri azalırken, menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlıklarda büyüyen balonlar sayesinde elde edilen faaliyet dışı gelirler ile idare edildi, ekonomik dengesizlikler büyür iken, sorunlar ağırlaştı, bu şekilde devam etmek imkansızlaştı. Ancak 2001 öncesinin ilkeli bankacılık anlayışına dönmek de pek mümkün görünmüyor; yeterli alıcı olmadığı sürece bilançoya büyük zarar verilse bile satılacak aktiflerin hepsini elden çıkarmak mümkün olmayabilir; ayrıca durgunluğun derinleştiği koşullarda yıllık yüzde 8-10'luk gelir artışını yakalamak da pek mümkün olamaz... Piyasa koşullarında, bankacılık sistemini rahatlatmak için daha farklı çözümler gerekebilir. Bankaların sattığı aktifi alacak, gerek Federal Rezerve'in gerekse kamusal fonların desteklediği yeni bir kurum yaratılır, bu yolla büyük dalgalanma yaşanmadan mali sistem rahatlatılır, ortaya çıkan fatura orta-uzun vadeye yayılarak geniş kesimlere ödettirilir. Böyle bir yaklaşıma siyasileri ikna etmek kolay olmayabilir, fakat bankaların uygulayacaklarını söyledikleri küçülme kararı üzerine harekete geçmek zorunda kalırlar... Böyle bir tercih küresel düzeyde enflasyon baskılarını tırmandırır, gelir dağılımını iyice bozar, bireysel yatırımcıları da eninde sonunda riskten uzaklaştırır, durgunlaşma eğilimini kronikleştirirken sermaye hareketlerini önemli ölçüde daraltabilir. Yapılanların büyük bir karmaşa arkasına gizlenmesi ve farklı bir şekilde pazarlanması, sonucu değiştirmez. Ancak bazı kesimler tersini iddia ederek denenmesinde ısrarlı olacaklardır... Bir süre daha beklentileri yöneterek zaman kazanmak, kendi yaptıkları hataların önemli bir kısmını başkalarına ödetebilmek için! Bu koşullarda para birimlerinin satın alma gücü erimeye devam eder, zorunlu ihtiyaç maddesi fiyatları yüksek düzeyini korur veya yükselmeye devam eder; doları Euro'ya karşı değerleniyor olması, sonucu değiştirmez. Menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlık değerlerinin gerilememesi ve mali sistemin küçülerek rahatlatılması adına yapılması gerekenler, Kemal Derviş'in deyimi ile enflasyon tsunamisi yaratacak. İstikrar, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar evrim geçirmeye devam ederken özü tükenecek. İşin tuhafı, 11 Eylül 2001 tarihindeki terörist saldırı sonrasındaki uygulamaların eninde sonunda buraya geleceği biliniyordu. Gayrimenkul ve riskli ipotek kredilerine dayalı borçlanma enstrümanlarının sermaye piyasalarında önemli bir dalgalanma yaratmadan elden çıkarılması mali sistemi rahatlatacak mı? Bireysel ve kurumsal kredilerdeki sorunların büyümesi önlenebilecek mi? Enflasyon yükseldikçe diğer değişkenlerin etkilenmemesi mümkün mü? Bu ve benzeri sorulara çelişkili yanıtlar gelmeye devam edecek, veya hiç gündeme gelmemesi için çaba harcanacak. Küresel düzeydeki belirsizliğin ulaştığı boyut gözlerden uzak tutulmaya çalışılır iken, yine sürdürülebilir olmadığı bilinen bir yolda gittiği yere kadar ilerlemek için beklenti yönetimi ön planda olacak. Robotlaşmış insana benzer yaratıklarla, gerçek insanlar arasındaki kutuplaşma da büyümeyi sürdürecek...