Küçük kafalı, düşük kilolu
Geçtiğimiz haftalarda yazdığımı bir yazıdaemisyon oranlarının bizim gibi ülkelerde tüketiciler tarafından öncelikli olarak görülmediğinibelirtmiştim. Emisyon önceliğinin otomobil alanında doyuma ulaşmış ülkelerin yeni trendi olabileceğini düşünüyordum ve bunu yazıya aktarmıştım.İlerleyen günlerde bence Türkiye’deki eniyi ekonomi yazarları arasında yer alan EgeCansen’in bir yazısını okudum. Cansen, her yazısının altına koyduğu gibibu kez de bir son söz yazmıştı: Fakir ülkede, Yeşiller partisi olmaz...Ne kadar gerçekçi bir tespit.Daha sonra elime Renault Mais Genel Müdürü İbrahim Aybar’ın bana verdiği bir makalegeçti. Atilla Alpagö’nin, The Guardian’da SarahBoseley imzasıyla yayınlanan bir yazıyı kaynakalarak yazdığı yazı trafik ve onun getirdiği tehlikeleri çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyordu. Hava kirliliği yaşanan ülkelerde çocuklardüşük kilolu ve küçük kafalı doğuyormuş.
Bundan sonrasını Alpöge’nin yazısı ile devam ediyorum. 19942011 yılları arasında 12ülkeden 53 bilim insanı doğum yapan 74 bin178 kadının dosyalarını incelediklerinde, trafiğiyoğun, hava kirliliği yüksek olan bölgelerde yapılan doğumlarda, çocukların küçük kafalı vedüşük kilolu doğma oranlarının diğerlerine göreçok daha yüksek olduğu ortaya çıkmış.
Araştırmacılar, bu çok önemli sorunu tek başına trafikve kirliliğe bağlamasa da bu korkunç sonuçlakirlilik arasında çok önemli bağlantılar bulduklarını da ekliyorlar. Araştırmaya göre ortamda bulunan her metreküp havada, 5 mikrogramlık bir kirlenme artışıoluşması, bebeğin düşük kilolu doğma olasılığınıyüzde 18’e çıkarıyor.
Düşük kilolu doğmanın, ilerleyen yaşlarda nefes yolu sorunları, diyabet, aşırı kilo, kalp rahatsızlıkları gibi ciddi sorunlara kaynaklık ettiğide vurgulanmış. Küçük kafalı doğmanın getirdiğinegatif etki ise sinir sisteminin yeterince gelişmemiş olması olarak belirtiliyor. Trafik ve havakirliliği için ödenen daha ciddi bir bedel dahadüşünemiyorum. Bir yanda ekonomik zararlar,diğer yanda böyle bir toplumsal bedel.
İbrahim Aybar, elektrikli otomobil konusunda bu kadar bastırırken, aslında çocuklarımızınyarınına yönelik de konuşuyor.
Kendisini çevreye adamış, her şart ve fırsattabu konunun önemini vurguluyor. İyi de yapıyor.Ama biraz yel değirmenlerine karşı savaşıyor.Zira, kendisine verilen destek maalesef sembolik.Bugün çevreye yönelik atılan adımların birçoğunun halkla ilişkiler amacıyla yapıldığını düşünüyorum. “Biz çevreyi düşünüyoruz” mesajını vermek için atılan adımlar içten gelmediği zaman maalesef istenilen ki istenildiği de şüpheli olması gereken seviyeye ulaşamıyor.
Peki ne yapmak gerekiyor?
Bir kere ortada kolay kolay değiştirilemeyecek gerçekler var. Gerek benim yazdığım gerekse, Cansen’in mükemmel ifade ettiği gibi kişisel servet artmadıkça, bireysel anlamda tüketicilerin doların yeşiline duydukları sevda, çevrenin yeşiline duydukları sevginin kat be katüstünde olacaktır. Bu perspektiften bakıldığında kanun koyucuya çok büyük iş düşüyor. Sadece ve sadece kanun koyucu otorite, çevreye verilenzararı önleyebilir. Bakın sonlandırabilir demiyorum, artmasını engellese yeter. Konu trafikolunca da ilk adımın yollarımızdaki eski araçlarınçekilmesi ile atılması hiç de yok sayılacak biruygulama olmaz.
Ancak, yine aynı kısır döngünün içine giriyoruz. Aynı kanun koyucu kendi mali dengelerinedeniyle de buna izin vermeyecektir. Bir anlamda yukarıda ödediğimizi yazdığım toplumsal maliyetin henüz ölçülebilir hesaplamalarda gözardı edildiği için cari açık, vergi kaybı, ithalat artışı gibi nedenler, Ankara açısından çok daha önemli. Sözün özü, adamlar uyarıyor kirli havada yaşarsanız çocuklarınız düşük kilolu ve küçük kafalı doğar diye...
Bizzat Başbakan’ın üç çocuk istediği bir ülke için dikkate alınması gereken bir uyarı. Ama dikkate alınır mı?
Orasını bilemem..