‘Küçük güzeldir’ fakat kader olmamalıdır
“Küçük Güzeldir”, küçük ve orta boy işletmelerin (KOBİ) önemini vurgulamak için 1980’li yıllardan beri çok sık kullanılan bir sözcük, KOBİ konusuna gönül verenlerin çok sevdiği ve kulağa hoş gelen bir slogan. Bilindiği gibi 1980’ler Avrupa Birliği’nde KOBİ konusunun önem kazanmaya başladığı yıllar. Sağlam ve sağlıklı bir KOBİ yapısının, ekonomik gelişmenin, sosyal barışın ve politik istikrarın vazgeçilmez şartı ve başta gelen güvencesi olarak kabul edildiği bir dönem. Bu dönemde, 1983 yılının AB’nde KOBİ yılı olarak ilan edilmesi tüm dünyada dikkat çekiyor. O yıllardan itibaren KOBİ’lerin güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması çabaları AB ülkelerini de aşarak birçok ülkede ekonomik politikaların ve teşvik uygulamalarının ilk sıralarında yer almaya başlıyor. Türkiye de bu gelişmelere uzak kalmadı. 1989 yılında TOSYÖV’ün ve özellikle de 1990 yılında KOSGEB’in kurulmasıyla KOBİ konusu ülkemizde de ekonomik ve politik arenada sıkça yer almaya başladı (TOSYÖV’ün ve KOSGEB’in kurulmasında, rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın rolünü burada anmak gerekir).
Böylece1990’lı yıllardan itibaren “Küçük güzeldir” sözü ülkemizde de sık sık duyulmaya başlandı (“Küçük Güzeldir” aslında, orijinal adı “Small is Beautiful” ve yazarı E. F. Shumacher olan 1973 yılında yayımlanmış bir kitap).
KOBİ’ler konusunun yurdumuzda da ekonomik ve politik gündemin başköşelerine yerleşmesi, 1990’lı yıllardan 2000’li yıllara doğru yol alırken daha çok önem kazandı. KOBİ konusu gerek devletin, gerek akademik çevrelerin, gerek bankaların ve gerekse sivil toplum kuruluşlarının ilgi alanlarında yoğun bir şekilde yer almaya başladı. KOBİ’lere ilgi çok arttı. Çok önemli teşvikler sağlandı.
Bu süreçte yurdumuzda, çeşitli kesimlerde ortaya çıkan KOBİ’lere yönelik ilgi patlaması ne var ki bir KOBİ dalkavukluğuna dönüşmeye başladı. Her kuruluş, hatta herkes KOBİ’ci oldu. Ama yapılması gerekenlerin çoğu yapılamadı. Ülkemizin KOBİ yapısı yeterince değiştirilemedi. İşletmelerimizin yüzde 99’undan fazlasının KOBİ olduğu gururla dile getirilirken (aslında bundan gururlanmalı mı, endişe mi edilmeli, gündeme getirilmeli), KOBİ’lerimizin yüzde 95’e yakınının 1-9 personel çalıştıran ve cirosu 1 milyon TL’nin altında kalan mikro işletmelerden, yüzde 4’e yakınının da 10-49 personel çalıştıran ve cirosu 8 milyon TL’nin altında olan küçük işletmelerden oluştuğu gerçeği değiştirilemedi. KOBİ’ler içinde yer alan50-250 personel çalıştıran ve cirosu 40 milyon TL’nin altında olan orta boy işletmelerle büyük işletmelerimizin toplam işletmeler içindeki payının yüzde 1’i bile bulmadığı işletme yapımız üzerinde yeterince durulmadı. Toplam işletmeler içindeki payı yüzde 95’e yaklaşan mikro işletmelerin toplam katma değer içindeki payının yüzde 10’a bile ulaşamadığı gerçeği gerektiği gibi değerlendirilemedi (Bu oran AB’de yüzde 20’ye ulaşıyor).
Küçük işletmelerimizin ve özellikle de mikro işletmelerimizin sayısı artıyor. Bu olumlu bir gelişme. Fakat bu işletmelerimiz ölçeklerini büyüterek bir üst gruba geçemiyorlar. Küçük işletmelerden orta boy işletmeler grubuna, hele hele büyük işletmeler grubuna geçebilen işletme sayısı çok az. Ya büyüyemiyorlar ya da büyüme süreçlerini başarılı bir şekilde yönetemiyorlar. Ölçek ekonomisi ve/veya sinerji etkisi yaratan ortaklık ve iş birliği örnekleri de bu işletmelerimizde maalesef çok ender rastlanan bir durum. Dolayısıyla bu işletmelerimiz küresel rekabet ortamında yeterince başarı sağlayamıyorlar.
Ayrıca büyümeyi, katma değer yaratarak karlı bir şekilde sürekli büyümeyi, işletmelerde başta gelen başarı kriteri olarak ön plana çıkarmamız gerekiyor. Büyümek risk almayı gerektiriyor. Belirli bir ölçekten sonra sahiplenmeyi ihmal etmeden, yeterli bir kurumsallaşmayı da olmazsa olmaz bir şart olarak gerekli kılıyor. Değerli girişimcilerimizden, STFA’nın kurucu ortağı, rahmetli Fevzi Akkaya’nın ifadesiyle, “patronların profesyonel yöneticilere kaynanalık etmemelerini” gerektiriyor.
KOBİ’lerimizin bu özelliği sadece 5-10 yıllık veya 25-30 yıllık işletmelerimizde değil, maalesef asırlık işletmelerimizde de değişmiyor. Yaşı 200’e kadar ulaşan asırlık işletmelerimizin çoğunun, bu uzun yaşam süreçlerinde büyüme konusunda önemli bir yol alamadıklarını görüyoruz. 1871 yılında kurulan ve Türk kahvesi denildiğinde akla ilk gelen marka olan Kuru Kahveci Mehmet Efendi bugün sadece kuruluşundan beri faaliyette bulunduğu Mısır Çarşısı’ndaki yerinde değil, marketlerde de paketlenmiş olarak satılıyor. Ama kendisinden yıllarca sonra kurulan bir Tchibo’nun ve daha yeni denebilecek bir tarihte (1971) kurulmuş olan Starbucks’ın çok gerilerinde kalmış durumda.
Sonuç olarak “Küçük güzeldir fakat kader olmamalıdır” diyoruz. Küçük büyümeli, mikro işletme boyutundan küçük işletme, küçük işletme boyutundan orta boy işletme ve büyük işletme boyutlarına doğru yol almalıdır. Başarının başta gelen kriteri bu olmalıdır.