Krizler "öncü alanlara" yapılan yatırımları hızlandırır

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Hep birlikte yaşadığız, nereye varacağını kimsenin kestiremediği kiriz, özünde "korku üreten" analizlerin de tedavüle sürülmesine yol açtı.

Susan George, New Scientis'teki analizinde Başkan Franklin D. Roosevelt'in kriz sonrasında kendini büyük savaşın ortasında bulduğunu belirtiyordu. Savaş koşullarında sanayi merkezlerinin askeri gereksinimleri karşılamak için harekete geçtiği, ekonominin toparladığı anlatılıyordu.

Yaşadığımız kriz sonrasında ekonominin düze çıkması için insanların kıyıma uğradığı, kaynakların yok olduğu büyük bir savaşlara gerek yok. "Seferberlik mantığı" ile insan ve sermaye kaynaklarımızı odaklayacağımız "sorun alanları" yeterince var.

Savaşlarda toplumlar bütün varlıklarını kullanır; bıçak kemiğe dayandığı için insanlar aralarındaki küçük çatışma alanlarını görmezden gelirler; birlik, beraberlik ve dayanışma ruhu canlanır. Eğer aklımızı ve bilincimizi etkin kullanabilirsek, krizi, gelişmeyi hızlandırmanın, zenginliği ve refahı artırmanın "aracı" haline getirebiliriz. Bu konuda yatırımları odaklamamız gereken üç temel alana dikkatlerinizi çekmek istiyoruz:

· Üretim sürecinde her zaman "merkezi konumda" yer alan; bilgi çağında ise bu konumu daha da güçlenen "işgücü profilini" değiştirmek zorundayız. Enformasyon-odaklı, küresel ve ağ kurumuna dayalı yeni ekonomi, sıradan emeği üretim dışına itiyor; kendi kendini programlayan uzmanlaşmış emeğe ise daha yüksek ücret ödüyor. Eğitim-öğretim sistemini yeniden yapılandırma konusunda bir seferberlik ilanının tam zamanıdır.

· Bilim ve teknolojideki gelişmelerin "izleyicisi" olma durumundan, "yönlendiricisi" olma konumuna kendimizi taşımak istiyorsak; sınırları iyi belirlenmiş araştırma projelerimizi artırır; kurumların görevlerini iyi tanımlar, gerekli fonlarla onları destekleyerek, geleceği güven altına alacak önemli bir alanda mesafe kat edebiliriz…

· İş sürecinde verimliliği ve rekabet gücünü etkilediğini zengin deneyimlerimizle bildiğimiz "enerji verimliliği" konusunda projeler geliştirebilir; "enerji bağımsızlığı" yaratmanın yol ve yöntemlerini arama için seferberlik ilan edebiliriz.

I

Eğitim-öğretimde atılım

Son dönemlerde ciddi kalkınma hamleleri yapabilmiş ülkelerde "işgücü profilini" değiştirmeye dönük eğitim-öğretim yatırımları olmadan "başarı" yaratmanın mümkün olamayacağı kanıtlanmıştır.

İrlanda'da da kalkınma ajansları ve üniversitelerin işbirliği etkili sonuçlar yaratmıştır. Finlandiya'da da, üst düzey koordinasyon sağlayan ajanslarla üniversite işbirliği, İrlanda'ya göre çok farklı sosyo-ekonomik yapıda olmasına karşın, aynı olumlu sonucun yaratılmasında birinci derecede rol oynamıştır.

Bugün ülkemizde "işsizlik yoktur; mesleksizlik vardır" yargısını söylendiğinde, itiraz eden pek olmuyor.

Ülkemizdeki girişimlerin ihtiyacı olan "nitelikli işgücü" ile "daha yüksek katma değerli ürünlere" geçiş yaparak rekabet gücümüzün artacağına inanıyorsak; bir eğitim seferberliği ilan ederek, gerekli büyüklükte kaynak ayırır; uzun dönemli geleceği güven altına alacak verimliliği artıran, istihdam yaratan; herkese iş, aş, barınacak konut güvencesi sağlayan bir düzen için harekete geçebiliriz.

Eğitim-öğretim seferberliğini sadece makro-ölçekte, kolektif fonlarla sağlanabilir düşüncesine saplanıp kalmamalıyız. İşyerlerini yönetenlerin de bu konuda kendi olanakları ile neler yapabileceğini planlaması, hemen harekete geçmesi gerekir.

Unutmayalım ki, öncü alanlarda gelişme sağlamanın, gelişmeleri koruma ve ilerletmenin güvencesi insandır. Bu krizde, büyük resmi görüp, ayrıntıda o resmi tamamlayan politikaları hayata taşıyanlar daha az bedel ödeyecek. Daha güvenli gelecek yaratabilecek.

II

Bilim-teknolojide "özne" olma

Kriz sonrasında her alanda "faz değişikliklerine" tanık olacağız. Her zaman olduğu gibi, rekabet gücünün odağında "bilim ve teknolojideki atılımlar" belirleyici ağırlığını koruyacak.

Dijital teknolojiden, moleküler biyolojiye, nano- teknoljiden, uzay çalışmalarına her alanda "bilimsel öncülüğü" yakalayanlar bir adım öne geçecek.

Kriz sonrasında "bilimsel gelişme stratejisine" sahip olmayanlar, "izleyici" olmanın bedelini ödeyecek.

Bilim-teknoloji elbet ki bir gelenek ve birikim işidir. Ama geleneği yaratmak, birikim sağlamak bir yerden işe başlamayı da gerektirir.

Her krizde olduğu gibi, yaşadığımız krizinden çıkışta da, "bilim ve teknoloji gibi öncü alana" yatırım yapma hayati öneme sahip.

Büyük ya da küçük bütün kuruluş ve kurumların "bilim-teknoloji yatırımları" alanında yapabilecekleri işler var.

Herkes kendi olanaklarına ve kısıtlarına göre bir "gelişme planı" yapabilir; onu hayata taşıyarak kriz sonrasındaki gelişmeleri güven altına almaya çalışabilir.

Ülkemizin dünya ekonomisinde ilk 10 arasına girmesini istiyorsak; böyle bir sonucu yaratmanın gerek şartının üniversitelerimizin de ilk 10 arasında yer alması olduğu unutulmamalı.

Krizin çok öncesinde başlayan "seçkin üniversiteler yaratma" konusunda ilerlemiş olanları yakalayabilmek için, krizi vesile ederek bizler de bir şeyler yapabiliriz. Dünyanın genç beyinleri için bir "cazibe merkezi" yaratabiliriz.

III

Enerji bağımsızlığı

Öncü alanlardan bir diğeri de, üretim sürecinin vazgeçilmezi olan enerjidir.

NPQ editörü Nathan Gardels'ın saptamalarını anımsayalım: "…dünya Çin mucizesine, Irak'taki savaş ile terörizme odaklanmışken, Japonya geleceğini verimli enerji teknolojilerinin beşiği haline getiriyordu.

Japonya önde gelen melez otomobil imalatçı ve ithalatçısı; bunların en ünlüsü Toyota Prius, ABD'de peynir ekmek gibi satılıyor. Honda da kitlesel üretime hazırlanmakta olan hidrojen yakıt hücreli otomobil geliştirmiş durumda. Komatsu, kısa bir süre önce ilk melez ağır iş makinesini tüm Asya'daki şantiyelerinde kullanılmaya başlandı.Bu, 20 tonluk bir kazıyıcı.

Dünyadaki güneş enerjisi üretiminin yüzde 50'si Japonya'da gerçekleşiyor. Japonya bir ton çelik üretiminde ABD'den yüzde 20, Çin'den yüzde 50 daha az enerji kullanıyor…"

Colombia Üniversitesi'nden Pierre Chiappori öncü alanlar konusuna ABD odağından bakıyor: "Kriz olsun, olmasın, ABD yenilikçiliğin kralı olmaya devam edecek" iddiasını ortaya koyuyor. İddiasını kanıtlamak için de bu ülkenin GSMH'nin yüzde 2.6'sinı AR-GE çalışmalarına ayırmasını gösteriyor. Avrupa'da ise bu oran yüzde 1.7 düzeyinde.

Chiappori iddialarının arkasındaki gerekçelerini yarım düzüne argümana dayandırıyor.

ABD'de ekonomik büyüme motorunun enerji olduğunu; bu konuda ciddi girişimlerin bulunduğunu belirtiyor. Örneğin, California'da elektriğin yüzde 10'u yenilenebilir kaynaklardan sağlanıyor; eyalet valisinin 2017'da bu oranın yüzde 20'lere çıkarılması hedefine bağlı olduklarını belirtiyor. Güneş ve rüzgar enerjisini desteklemek için her yıl 15 milyar dolar devlet yardımı ve vergi indirimi sağlanıyor.

Bugünlerde sıkıntı içinde olan General Motors 2010 yılında devrim yaratacak bir hybrid motoru piyasaya sunacağını açıklamış durumda.

Çıkaracağımız dersler

İster veba gibi salgın bir hasalık olsun, ister kıtlıkla yüzleşelim, isterse büyük yıkımlara yol açan bir savaş yaşayalım ya da şimdi hep birlikte tanıklığını yaptığımız bir ekonomik kriz sürecinden geçelim, işyerlerinin dört temel stratejik tepkisi oluyor: Gelecek beklentisi olmayanlar, umudu yitirenler "çekilme stratejisi" uygular. Durumu gözleyen, gerekli önlemleri alanlar "mevcudu koruma stratejisi" uygulayabilir. Fırsatları kollayan ve boşlukları yakalamak için "gelişme stratejisini" hayata taşıyanlar yeni zenginler arasına karışabilir. "Öncü alanlarda var olma stratejisi" yürürlüğe koyanlar da kriz sonrası dönemin kaymağını yiyebilir.

Bu sütunlarda 30 Kasım 2008'de "ayıklanma sürecini", 6 Aralık 2008'de "mevcudu koruyacak araçların" neler olduğunu, 13 Aralık 2008'de "kriz sonrası zenginliği" kimlerin yakalayacağını anlatmayı denedim. Bu yazıda da "öncü alanlarla" ilgili çok genel bilgi paylaştım.

Bu noktada kendimize yönlendirmemiz gereken soru şudur: Bu dört temel "gelişme alanı" içinde "yerimiz" nedir? Gelişme alanlarını gerektiği gibi analiz edip, kendi "konumlarımızı" netleştirdik mi? Krizi en düşük maliyetle atlatmak için bir "alternatif tepki stratejisi" geliştirdik mi? Bu üç soru üzerinde işyerlerinin "kolektif aklını" harekete geçirenler; bilgece davranarak işyeri dışındaki "toplumun ortak aklından" da yararlanmak isteyenlerin ödeyeceği "kriz bedelinin" daha düşük maliyetli olacağına inanıyoruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar