Krizin maliyetinin ekonomi politiği
Kriz üzerine konuşan konuşana. Geçenlerde bir internet televizyonun da seyrettim, bir yurttaşımız kriz yok, borcumuz da yok diyerek bağırıyordu. İktidardaki siyasal partinin söylemi ile, okumuşlar halktan daha iyi bilemeyeceği için vatandaş haklıdır diyerek işin içinden çıkılabilir.
Nitekim çarşamba günü açıklanan enflasyon rakamlarına göre Eylül ayında yıllık bazda TÜFE %24,52, Yİ-ÜFE %46,15 artmasına rağmen siyasal erkin temsilcileri yerel seçimler sonrasında beğenmedikleri partilerin belediye başkanlarının yerine yine kayyum atabileceklerini rahatlıkla söyleyebildi. Çünkü seçim sonuçlarında çok emin. Halk onlara inanıyor.” İnanç da bilginin bittiği yer de başladığı” için yola devam. (bu sözde felsefeci Orhan Hançerlioğlu’na aittir). Dolayısıyla hükümet, ekonominin bulunduğu noktanın bir önemi yokmuş gibi davranabiliyor.
Enflasyon çift hanelere yükselirken, hükümetin ülke ekonomisinin denetimini uluslararası bir firmaya vermesi, krizin maliyetini kime yükleneceğini de belli etti. Kriz sabit gelirlilere, KOBİ’lere yüklenecek. Bunu işaretleri daha önce verilmişti. Grev ertelemeleri, büyük sermaye temsilcilerine yönelik kredi erteleme kolaylıkları, “ne istediniz de vermedik” söylemi bu işaretlerden bazıları olarak sıralanabilir. Buradan yola çıkarak “Yeni Ekonomi Programı (YEP)” da bu söylemin kağıda dökülmüş hali olarak görebiliriz. İlginç olan ise, Anadolu da KOBİ temsilcisi olan ticaret ve sanayi odalarının bu olguya sessiz kalmaları.
Tüm bu gelişmelerden ortaya çıkan bir başka sonuç da, adı tam konulmasa da kriz sürecinde uygulanacak iktisat politikasının bir borç ödeme ve borç bulma amaçlı olduğudur. Bu şekli ile YEP, 2001 krizi sonrasında uygulanan Derviş programından başka bir şey değil.
Ancak burada tarafların (büyük sermeye, uluslararası sermaye ve hükümet) unuttukları bir olgu var, o da koşulların 2001’den farklı olması. Türkiye, 2001 yılına göre çok borçlu. Üstelik bu borç döviz cinsinden. 2002 yılı sonunda ülkenin döviz borcu 130 milyar dolar iken, 2018 yılının ikinci çeyreğinde bu borç 457 milyar dolara ulaştı. Yine bir başka farklılıkta bu borcun özel sektör ağırlıklı olması. Türkiye’nin toplam döviz cinsinden borç stokunun 317 milyar doları özel sektöre ait.
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı veri tabanı kullanılarak çizilmiştir.
2001 yılına göre farklılığın bir başka göstergesi de küresel ekonominin de borç çıkmazında olması. Her ne kadar kriz bitti gibi gözükse de borç sorunu devam ediyor. 2018 yılının sonuna yaklaşılırken hemen hemen hiçbir ülkenin borç stoku kriz öncesinin altında değil. Dolayısıyla Türkiye ekonomisinin yaşadığı kriz bir ödeme güçlüğü krizine (solvency) dönüşebilir. Bu durumda sağlam gözüken bankacılık sektörü ciddi sorunlarla karşılaşabilir. Hükümette bunun farklında k,i yasal düzenlemelere uygun olmasa da (artık olmasa da oluyor) işsizlik fonundan kamu bankalarına kaynak aktarma yoluna gitti.
Özetle, kriz yeni başlıyor. Bakalım daha çok alevlenecek mi, yoksa sönecek mi?
Bu soruyu kim yanıt verir?