Krizin adı güvensizlik!
"Güven" öyle bir duygu ki, korkuyu, kuşkuyu, çekingenliği siler süpürür. Cesaret duygusunu tetikler. İnanma duygusunu keskinleştirir. Yakın, uzak, görünür, görünmez tehlikeler karşısında "sünepeleşmeyi" önler.
Ve, öyle bir duygudur ki güven; bir kere aşınmaya, erimeye, yok olmaya görsün; ruhlarda, yüreklerde, zihinlerde yeniden inşa edebilmenin maliyeti, yıkmanın maliyetinden yüksek olur.
Türkiye'nin ekonomi atmosferinde "güvensizlik elektronlarıyla" yüklü bulut kümeleri geziniyor. Kümelenme gittikçe yoğunlaşıyor. Ekonomi küresel krizin etki alanına girdiği andan itibaren hükümetten derli toplu önleyici tedbirler bekleyen tüm kesimler önce "güven ikliminin" sağlanmasını istiyor.
Küresel krizin Türkiye ekonomisindeki "geçici" durağı durgunluk. Durgunluk ise kimsenin kimseye güvenemediği; herkesin "kabuğuna çekilmeyi" tek korunak sandığı bir "ekonomik atalet" durumu.
Ataleti önleyecek, ekonominin yolunu açacak dinamikler harekete geçirilemezse bu durumun ardından hangi durumun geleceğini kestirmek "kâhinlere" kalacak. Zaten "kâhin" takımının işleri de güven duygusunun yok olduğu kriz zamanlarında açılır!
Nasıl aşılacak?
"Güvensizliğin" kolektif duyguya dönüştüğü şu zaman diliminde kim ne yapmalı ki, ekonominin "mikro dinamizmini" felç tehlikesine hapseden "kriz barajı"ndaki negatif enerji birikimi pozitife çevrilebilsin?
Bu noktada ciddî bir kafa karışıklığı dikkati çekiyor. "Güven ikliminin" sağlanmasındaki görüş birliği, "nasıl?" sorusuna gelince sağa sola savrulmaya başlıyor. Bu da normal.
Çünkü, ekonomi atmosferini saran "güvensizlik" bulutlarını dağıtacak; negatif enerji birikimini "bereket yağmurlarına" dönüştürecek çözüm formüllerini bulmak ve uygulamak herkesin elinde olsaydı hükümetlere, ekonomi yönetimlerine gerek ve ihtiyaç kalmazdı.
Ama, var! Sebebi ne olursa olsun, ekonominin sürüklendiği küresel krizin
"iç etkilerini" bertaraf etme yükümlüğü işbaşındaki hükümetin omuzlarında. Ne ki, hükümet ve ekonomi yönetimi bu yükümlülüğü lâyıkıyla yerine getirebilmiş değil. Ekonomi, kamuoyu bu noktada hemfikir.
Bir de şu var: "Güvensizlik" üzerine bina edilen eleştiriler, aslında hükümete duyulan güvensizliğin de işareti. Hani, "kralı" eleştiremeyenlerin "çevresini" eleştirmeleri gibi bir durum.
Çözüm problemin içinde
İş dünyasından gelen tüm sinyaller, güvensizliği giderecek çözümün, güvensizliği doğuran problemde gizli olduğunu gösteriyor. Problem, krizin küresel karakteriyle birlikte doğru algılanmasını gerektiriyor. Bu çözümün birinci adımı.
İkinci adım, doğru algılanan krizin doğru tanımlanması. Algılamadaki yanlışlık veya yetersizlik, tıpkı "yığınaktaki yanlış harbin sonuna kadar devam eder" askeri ilkesi gibi işliyor; krizin doğru tanımlanmasını önlüyor.
Üçüncü adım, doğru algılama bağlamında doğru tanımlanmış krizin aşama aşama "paketlenmesi"; her paketin mutlaka birbiriyle bağlantılı, tutarlı ve etkileşimli tasarlanıp bütünleştirilerek tüm ayrıntılarıyla açıklanması ve uygulamaya geçilmesi.
Bugün, tüm kesimleriyle "güvensizliği" en önemli sorun olarak gören iş dünyasını ve ekonomi organizmasını rahatlatacak çözüm yöntemi, bu. Hükümet ve ekonomi yönetimi, şimdiye kadar alınan parçalı, hedefleri bulanık tedbirlerin neden kimseyi inandırmadığını, neden "güven" yaratamadığını hiç düşündü mü?