Krize karşı alınan önlemler neden bazı ülkelerde farklı oldu?
Küresel krizin ekonomimize en büyük etkisi işsizliğin artması ve üretimin azalması biçiminde ortaya çıktı. Bu sonuç büyük ölçüde küresel olumsuz gelişmelere bağlı olarak gerçekleşti. İstenmeyen bu durumu tümden ortadan kaldırmak bu nedenle elimizde değildi. Ancak olumsuz etkileri biraz da olsa azaltabilirdik. Bunun yolu da iç talebi artırıcı politikalardan geçiyordu.
Bu amaçla bir dizi ekonomik önlem kararı alındı Türkiye'de. Ancak dişe dokunur ilk önlem paketi mart ayında devreye girdi. Arkası haziran ayında geldi. Oysa krizin tahripkar etkileri 2008 sonbaharında ortaya çıkmıştı. Ayrıca daha önceki yazılarımda tartıştığım gibi, alınan önlemler nedeniyle bütçeden ayrılan kaynakların bir kısmı, önerilen ama alınmayan başka kararlar için kullanılsalardı daha fazla sonuç almak mümkün olacaktı. Krize karşı alınan önlemlere ilişkin belirtilebilecek üçüncü nokta, büyüklük olarak yetersiz düzeyde kalmaları. En azından, bu önlemlerin en çok gerekli olduğu dönem için, yani 2008'in son çeyreği ve 2009'un ilk yarısı için geçerli bu sav.
Bu yazıda G-20 içinde yer alan ülkelerin krize karşı aldıkları mali uyarıcı (iç talebi artırıcı) önlemlere bakmak istiyorum. G-20'yi de ikiye ayırmak gerekiyor: 'Gelişmişler' ve 'diğerleri'. Diğerleri içine Kore'yi de alıyorum. İç talebi artırmak üzere ülkelerin ne kadar para harcadıklarını saptamak çok kolay değil. Farklı kaynaklarda farklı rakamlar var. IMF'nin yenilerde yayınladığı bir rapordan yararlanayım (IMF Staff Position Note, SPN/09/21, 30 Temmuz 2009). Bu raporda G-20 ülkeleri için haziran ayına kadar açıklanan mali uyarıcıların toplam değerlerinin (2009 ve 2010 için) ülkelerin milli gelirlerine oranları var. Türkiye için mart ayı sonuna kadar alınan önlemler dikkate alınmış.
Farklı düzeyde mali uyarıcılar
Açıklanan önlemlerin 2009 ve 2010 yıllarında maliye politikalarını gevşetici etkilerinin milli gelire oranları tablo 1'de yer alıyor. Tablo 1'de bir de bu ülkelerin 2009 için öngörülen büyüme hızları var. Bunlar nisan ayında yapılan öngörüler. Yeni 2009 öngörüleri biraz daha farklı. Ama iç talebi artırıcı maliye politikası önlemleri alınırken yeni büyüme rakamları yoktu; onun için bu rakamları veriyorum.
Mali uyarıcı 2009
2009 2010 Toplam büyümesi (%)
Arjantin 1.5 0.0 1.5 -1.5
Brezilya 0.6 0.6 1.2 -1.3
Çin 3.1 2.7 5.8 7.5
Endonezya 1.4 0.6 2.0 3.5
Güney Afrika 3.0 2.1 5.1 -1.5
Hindistan 4.7 0.6 5.3 5.4
Kore 3.6 4.7 8.3 -3.0
Meksika 1.5 1.0 2.5 -7.3
Rusya 4.1 1.3 5.4 -6.5
Türkiye 0.8 0.3 1.1 -5.1
Türkiye, en fazla küçülen ekonomilerden olup, ekonomik küçülmeye karşı en az tepki veren ülkeler arasında. Resmi raporlarımız bu tepkinin tabloda gösterilenden farklı olduğunu söylüyor. Ama o raporlarda sıralanan önlemlerin bir kısmı kriz olmasa da zaten yapılacak olan yatırımları gösteriyor. Mesela GAP ile ilgili olan yatırımlar. IMF raporunda dikkate alınanlar doğrudan kriz nedeniyle alınan harcama artırıcı ve vergi gelirlerini azaltıcı önlemler. Öte yandan Türkiye mart ayından sonra da önlemler açıkladı; bunlar yok karşılaştırmada dolayısıyla. Ama işin özü değişmiyor.
Farklılıkların nedenleri
Şüphesiz ülkelerin krizin başlangıcında içinde bulundukları koşullar farklılıklar gösteriyor. Eğer bazı alanlarda sorunlarınız varsa, iç talebi artırıcı maliye politikaları uygulamaktan çekinebilirsiniz. Mesela kamu borcu yüksek olabilir. Ya da bütçe açığınız fazladır. Keza döviz rezervlerinizin düzeyi az olabilir. Bu durumda maliye politikasının gevşetilmesi bu sorunları ağırlaştırıp, ekonomiye duyulan güveni azaltabilir. Dolayısıyla, mali gevşeme, iç talebi artıracağına oluşturduğu riskler ve yarattığı güvensizlik nedeniyle iç talebi azaltabilir.
Bu olasılığı sorgulamak için basit bir analize yer vereceğim. Tabloda yer alan ülkelere G-20 içinde yer almayan üç tane Merkezi ve Doğu Avrupa ülkesi ekliyorum: Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya. Bunlara ait mali uyarıcı rakamları farklı raporlardan derleme. Şimdi yanıtını aradığım soru şu: Acaba 2007 sonunda (krizden öncesi) kamu borcu daha az olan daha çok mu mali uyarıcı vermiş?
Basit bir grafik vereceğim. Yatay eksende mali uyarıcının parasal tutarının milli gelire oranı var. Dikey eksende ise kamu borcunun milli gelire oranı yer alıyor. Her ülke için iki tane rakam söz konusu dolayısıyla: 2007 sonundaki kamu borcu-milli gelir oranı ve 2009 Mart ayı itibariyle iç talebi artırıcı maliye politikası önlemlerinin parasal tutarının milli gelire oranı. Bu iki rakam, dolayısıyla grafikte bir nokta olarak yer alıyor. On üç tane ülke var; grafikte de on üç tane nokta. Grafikte bir de bu noktaların ortak özelliklerini temsil eden bir doğru var.
Belki biraz teknik oldu, ama çok da değil. Önemli olan şu: Kamu borcunun milli gelire oranının yüksekliğinden çekiniyorsa bir ülke, aldığı önlemin parasal değeri de (milli gelire kıyasla) az olacak. Dolayısıyla bu doğrunun batıdan doğu yönüne yokuş aşağıya giden bir doğru olması gerekiyor. Grafik 1'de yer alan doğru gerçekten de böyle. Borcu az olanlar daha çok maliye politikası önlemi almışlar.
Aynı analizi bir de bütçe açığı ile maliye politikası önlemleri arasında yapayım. Grafik 2 bu ilişkiyi gösteriyor. Bu sefer dikey eksende ülkelerin bütçe dengelerinin mali gelirlerine oranlarının 2007 sonundaki değerleri yer alıyor. Bütçe fazla veriyorsa 'artı' değer alacak bütçe dengesi. Bu durumda çizilecek doğrunun batıdan doğuya doğru yukarıya doğru çıkan bir eğime sahip olması gerekiyor. Gerçekten de öyle. Yani, bütçe dengesi daha iyi olan daha çok mali uyarıcı vermiş.
Benzer bir ilişki cari işlemler dengesi ile mali önlemler arasında da var. Daha fazla yer kaplamamak için onun grafiğini vermiyorum. Durum şu: Cari işlemler açığı daha fazla olan daha az önlem almış. Elbette buraya kadar değindiğim ilişkiler genelde geçerli. Her ülkeye birebir uymuyor.
Bu kadar kırılganlar mı?
Peki, daha az önlem alanlar sadece daha kırılgan bir ekonomik yapıya sahip oldukları için mi daha pasif kaldılar? Olabilir. Ama burada şu saptamayı yapmak gerekiyor. Diğerleri grubunda yer alan ve ekonomik yapıları son derece bozuk olan çoğu ülke 2000'lerde önemli adımlar attılar bu yapılarını düzeltmek için. Özellikle çoğu Latin Amerika ülkesi ve Türkiye için geçerli bu söylediğim. Farklı bir ifadeyle, 2007 sonunda diğerleri grubunda yer alan çoğu ülkeye kıyasla, mesela Türkiye'nin borç düzeyi yüksek de olsa, bu borç geçmişe göre çok daha düşük düzeyde. Üstelik şöyle bir durum da var:
Kamu borcunun milli gelire oranının yüzde 50 olmasıyla yüzde 75 olması arasında önemli bir fark vardır risk açısından. Ama aynı risk farkı yüzde 10 ile yüzde 35 oranları için geçerli olmayacaktır. Mesela Latin Amerika'nın büyük ekonomilerinin ve Türkiye'nin mali göstergeleri önemli ölçüde düzeldi 2000'lerde. Döviz rezervleri de yukarıya doğru bir eğilim izledi. Elbette Çin ile ya da Kore ile karşılaştırıldığında bu göstergeler o kadar iyi değildi ama risklilik açısından bakıldığında da tehlike sınırında hiç değillerdi.
Bu durumda, 'daha çok' kırılgan olanlar, o kadar da kırılgan değillerdi saptaması rahatlıkla yapılabilir. Belki "Neden daha az tepki?" sorusunun bir yanıtı şudur: Krizden etkilenme dereceleri daha az olan ülkeler daha az önlem aldılar. Ama tablo 1'de mesela Türkiye'nin hem krizden en fazla etkilenen ülkeler hem de en az önlem alan ülkeler arasında olduğu görülüyor. Meksika da öyle. Başka ülkeler de var.
Elbette bu iki faktörün bir dereceye kadar rolü var ülkeler arası tepki farklılığını açıklamak için. Başka faktörler de olabilir ama. Onları tartışmaya geçmeden bir de G-20 içindeki gelişmişlerle diğerleri arasındaki farka bakalım.
Gelişmişler ve diğerleri
Tablo 2'de, G-20 grubunda ülkelerin aldıkları mali ve finansal önlemlerin büyüklüklerinin milli gelirlerine oranları var. Tablo 1'den temel farklılık, burada iki finansal önlemin de dikkate alınması: Devlet bütçelerinden finansal kurumlara yapılan doğrudan sermaye destekleri ve ülkelerin hazinelerinin finansal kurumlardan ve şirketlerden satın aldıkları mali varlıkların toplam miktarı. Buna karşın, özellikle gelişmiş ülkeler çok önemli miktarlarda garantiler verdiler. Bunları göz önüne almadım. Tabloda bir de 'otomatik dengeleyiciler' var. Şu: Mesela işsizlik arttığında eğer gerekli yasal düzenlemeye sahiplerse, bazı ülkelerde otomatik olarak işsizlik yardımları artıyor. Dolayısıyla, iç talebi artırıcı bir politika kendiliğinden devreye girmiş oluyor. Bu özellikle gelişmiş ülkelerde daha sık görülüyor. Veri kaynağı yine tablo 1'deki gibi.
Tablo 2: G-20'nin krize verdiği tepki (% GSYH)
Gelişmiş Diğer
2009 2010 Toplam 2009 2010 Toplam
Mali 1.9 1.6 3.5 2.2 1.6 3.8
Finansal 8.7 8.7 0.5 0.5
Otomatik dengeleyici 2.4 2.5 4.9 1.1 1.2 2.3
Toplam 13.0 4.1 17.1 3.8 2.8 6.6
Gelişmişlerle diğerleri arasında derin bir uçurum var. Neden diye sorulduğunda muhtemelen akla gelen ilk açıklama gelişmişlerin çok daha rahat harcama yapacak bir ekonomik yapıya sahip olmaları. Oysa mali göstergeler G-20'nin gelişmişleri aleyhine. Şöyle: Gelişmiş ülkeler grubunun kamu borcu milli gelir oranı 2007'de yüzde 79, 2009'da beklenen oran ise yüzde 101. Hem borç düzeyi yüksek, hem de önemli bir artış olacak bu önlemler nedeniyle. Oysa diğerleri grubunun borç oranı 2007'de sadece yüzde 38. 2009 için beklenen oran ise yüzde 39. Çarpıcı bir fark var. Benzer bir fark bütçe açıklarının milli gelire oranlarında da var. Gelişmişler: 2007: Yüzde 1.9, 2009: Yüzde 10.2. Diğerleri 2007: Yüzde -0.2 (bütçe fazlası), 2009: Yüzde 4.9.
Şöyle bir itiraz gelebilir: Gelişmiş ülkelerin hepsini aynı kefeye koymak mümkün değil. Bazı gelişmişlerde bu oranlar çok daha düşük düzeylerde. Doğru, ama işin özünü değiştirmiyor: Ortada asimetrik bir durum var. Bir başka itiraz da şu olabilir: Diğerleri grubundaki ülkelerin bir kısmının hâlâ kırılganlıkları var. Bunların iç talebi artırıcı politikalar uygulaması çok kolay değil dolayısıyla. Bunun pek de böyle olmadığını az önce tartıştım; geçiyorum.
Başka nedenler de var mı?
Hem diğerleri grubundaki ülkeler arasındaki farklılıklar hem de gelişmişlerle diğerleri arasındaki farklılıklar açısından yukarıda saydığım gerekçelerin hepsi birden rol oynamış olabilirler. Şimdi başka olası unsurlara kısaca değinmek istiyorum.
Akla gelebilecek ilk faktörlerden birisi bu ülkelerin vatandaşlarının hafızalarının 'kuvvetli' olması olabilir. "Yine popülizm mi? Gevşetiyorlar mı?" sorularının sorulmasından korkulmuş olunabilir bu ülkelerde. Bu soruların giderek artan sıklıkla sorulması, bu ülkelere karşı olan risk algılamasının artması anlamına gelecek çünkü.
İkinci faktör, ilkiyle ilişkili olarak kredi derecelendirme kuruluşlarından gelecek bir not indiriminden çekinilmesi olabilir. Üçüncüsü, özellikle küresel krizin ilk safhasında yaşanan yoğun belirsizlik 'bekle gör' politikasını dayatmıştır. Mesela döviz rezervlerini o belirsizlik ortamında kullanmak yerine, daha rahat plan yapılabilecek bir ortamda kullanmak tercih edilmiş olabilir.
Dördüncüsü, 'bizler' grubundaki ülkelerin önemli bir kısmı eski krizlerde hep sıkı maliye ve para politikası uygulamaya alıştı. Krizlerden önce de har vurup harman savurdular. Oysa küresel kriz, hesapsız para dökmeden para akıtmayı gerektiriyordu. Böyle bir tecrübemiz yok bizim. Beşinci faktör algılama sorunu olabilir. Krizin ilk aşamalarında "bize fazla bir şey olmaz" diye düşünmüş olabilir bazı ülkelerin yöneticileri.
Bunların hepsi de rol oynamış olabilir. Sonuç olarak, başta da söylediğim gibi, Türkiye'nin krize yetersiz ve gecikerek tepki verdiğini düşünüyorum. Olağandışı dönemlerin olağandışı tepkiler gerektirdiğinden yola çıkarak, risk algılamasını artırmadan iç talebi artırıcı maliye politikası izleyebilirdi Türkiye. Risk algılamasını artırmamanın yolu ise ileride tekrar mali disipline dönüleceğini göstermek olabilirdi. Böylelikle 'şimdi' mali gevşeme alanı yaratabilirdik.