Krizden çıkış için akılcı öneriler
Gençlik dönemlerimizde, Ferda Anıl Yarkın’ın seslendirdiği bir şarkı vardı:
Aylar geçse de..
Yıllar geçse de..
Bir ömür böyle sürse de...
Ben seni unutamam...
Sadece kavuşamayan aşıklar için değil, kriz gören iki meslek grubu için de doğrudur bu.
Birisi trader’lar.
Diğeri iş insanları.
Ancak unutulamayan krizlerin sonuçları, iki meslek grubu için genelde tersine işler. Derler ki, “Kriz görmüş trader, sonraki kariyerinde çok zor trade eder.”
Bunun haklı da bir gerekçesi vardır. Zira her şeyin ne kadar kötüye gidebildiğini gören traderın sonraki kariyerinde karşısına çıkan tüm fırsatlara hep bir ihtiyat payı bırakarak yaklaştığı, bunun da getirilerini sınırladığı söylenir. İş insanları için ise kriz deneyimi çok farklıdır.
Bir kez kriz görüp şirketini hayatta tutmayı başarmış iş insanları, adımlarını ihtiyatlı atabilir. Ama birdan fazla krize muhatap olmuşlar, o kriz deneyimlerini çözüm mekanizmaları için devreye sokmaya başlayabilir. Türkiye’nin çok ciddi bir “kriz deneyimi görmüş” insan birikimi var.
Bunun etkilerini, son zamanlarda gelen aklıselim önerilerde de görüyoruz.
İSO ve ASO'nun KDV önerisi son derece mantıklı
DÜNYA Gazetesi’nin dünkü manşetinde Ankara ve İstanbul Sanayi Odası başkanları tarafından öne çıkarılan “devlette birikmiş KDV’lerin banka teminatı olarak kullanılabilmesi” fikrinin son derece makul ve mantıklı olduğu söylenebilir.
Zira şirketlerin devletten bugünden yarına tahsil etmesi mümkün olmayan 145 milyar lira civarında bir birikmiş KDV alacağı var.
Enflasyonla Mücadele toplantısında Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak da bu konuda adım atılacağını söylemiş, en azından yeni KDV birikmesini engelleyici bir mekanizmayla yola devam edileceğini açıklamıştı.
Bankaların elinde, krediler karşılığında alınmış birçok gayrimenkul, nakdi ya da gayri nakdi teminat var. Bunların önemli bir bölümünün son yaşanan dalgalanma nedeniyle değeri düştü. Dolayısıyla ciddi bir teminat açıığı oluştu. Bazı bankalar, bu durumda şirketlere teminat tamamlama talebiyle gidiyor. Zaman zaman kredi geri çağırmayla sonuçlanan bu süreç, zaten zorda olan işletmeler için işleri durma noktasına taşıyabiliyor.
Şirketlerin bir yandan devletten tahsil edemedikleri alacakları, diğer taraftan tamamlayamadıkları teminatları var. Bu yüzden ikisini bir araya getirebilmenin makul ve doğru bir adım olacağı aşikâr. Bir sonraki aşamada bu mekanizmanın temlik yoluyla işlemesi dahi sağlanabilir. Elbette sorunların tümünün bu şekilde aşılacağını varsaymak mümkün değil.
Zira teminat açığı işin sadece bir bölümünü oluşturuyor. Temel sorun, parasal aktarım mekanizmasının doğru şekilde işleyebilmesini sağlamak.
Bu meyanda ikinci önemli konu, bankaların bünyesinde oluşabilecek tahribatın boyutunu bir an evvel belirleyip buna yönelik önlem almak.
2019 bütçesi içinde Hazine’ye verilmesi planlanan özel tertip devlet tahvili ihraç yetkisi (metinde var), büyük olasılıkla oluşturulacak bir “kötü banka” ya da “sorunlu kredi çözüm fonu”nın hazırlığı olarak okunabilir.
Ancak BDDK’nın bu noktada yapacağı çalışma önemli. Çünkü, bankaların görünen Tahsili Gecikmiş Alacak oranı %2.88. Bu rakam çok düşük ve büyük olasılıkla oluşacak gerçek düzey bir miktar üzerinde.
Zira gelen ilk 3. Çeyrek bilançoları bunun sinyalini veriyor. Örneğin Akbank’ın bilançosunda (ki diğerlerine göre kredi riski daha düşük bankalardan biri) sorunlu kredi oranı çeyreklik bazda 50 baz puan artarak %3.1’e, Grup 2 kredilerdeki düzeyi ise %10.7’den %13.5’e çıktı.
Diğer bankalarda da tablo bundan farklı çıkmayacaktır.
Üçüncü kritik eşik ise bankaların kaynakları
Tüm saydığımız bu nedenlerle kredi büyüme hızı, özel bankalarda eksiye doğru dönmüş durumda.
Bankalarda kredi/mevduat oranı %120’lerin üzerinden %113’lere geriledi. Zira kaynak maliyeti çok yüksek; aynı oranda alacak tahsilatı riski de çok yüksek. Bu ortamda seküritizasyon (verilmiş kredilerin paketlenip belirli bir iskontoyla satılması), bankalar için önemli alanlardan birine dönüşebilir. Bankalar Hazine garantili mega projeler için bunu yapmayı çok istediler, ancak bugüne kadar gerçekleşemedi.
Bugünün koşullarında ticari ya da bireysel kredilerin alıcısını makul fiyatla bulmak yine kolay olmayabilir. Bu nedenle yeni gelebilecek projelere Türk bankalarının finansman sağlaması da pek mümkün olamayabilir.
Ancak kriz deneyimi olan kurumların yaratıcı çözüm önerilerine güzel bir örnek aktarmak isterim.
Geçen hafta TÜSİAD ev sahipliğinde düzenlenen BRICA Zirvesi’nde Garanti Bankası Proje Finansmanı Birim Müdürü Emre Hatem, çok güzel bir öneriyle geldi.
“Büyük projelerdeki en büyük belirsizlik, inşaatın yapılıp projenin ortaya çıktığı ana kadar geçecek süre. İnşaat bittikten sonra projenin kalan kısmı ağırlıklı devlet garantili olduğu için, işletme riski daha rahat alınabiliyor. Bizler Türk bankaları olarak Türk taahhüt şirketlerinin bu projelerdeki inşaat gücünü biliyoruz ve detaylı şekilde fizibilite yapıp takip edebiliyoruz. Bizler, projenin en büyük risk alanlarından biri olan inşaat bölümlerini Türk bankaları olarak finanse edebiliriz. Kalan kısmı, oluşturulacak Proje Finansman Fonları tarafından alınıp, yabancı fonlara, ulusal refah fonlarına satılabilir. Bizler projenin süresince 10-15 yıl boyunca kaynak bağlamak zorunda kalmamış oluruz. Böylece inşaat süresi bittiğinde o kaynağı farklı projelere de yaratabiliriz. Diğer fonlar proje ortaya çıkmış olduğu için daha rahat kaynak sağlayabilirler.”
Doğru formüle edilebilmesi halinde, bunun da çok yaratıcı ve doğru sonuçlar ortaya çıkarabileceği ortada.
Kriz yönetim deneyimine sahip insan ve kurum kaynağından kastım bu. Ekonomi yönetiminde de bu tür yaklaşımların yankı bulabileceğini düşünüyorum.
İşlerin kötüye gitme olasılığına karşı yaklaşık 2 yıldır bu sütunlarda uyarı yapmaya çalışıyoruz. Olan oldu, yumuşak iniş fırsatı kaçtı. Doğruları doğru zamanda yapamadığımız için şimdi çok sert bir inişe geçmiş durumdayız.
Ama bu tür dönemler “kötünün daha ne kadar kötü olacağını” konuşmanın değil, “doğruları bir araya getirerek nasıl daha iyiye gidileceğini” konuşmanın zamanı. Zor zamanlar, ancak ortak akılla, doğruları yaparak aşılabilir.
Bunun yolu da “yaptım, oldu” yaklaşımı yerine, doğruyu ortak akılla tartışarak bulmaktan geçiyor.
Zira krizler de, kriz deneyimleri de unutulmaz.