Krizden çıkış biletini aldık mı?
İktidardakilerin, yönettikleri ülkenin ekonomik krize sürüklendiğini itiraf etmesi, bu tatsız gerçekle yüzleşmesi hiç bir zaman kolay olmuyor. Krizden çıkmak için gerekli olan adımların atılması da bu nedenle gecikiyor. Medyanın kamuoyunu bilgilendirme işlevini yapmasının zorlaştığı ülkelerde bu gecikme daha da fazla olabiliyor. Türkiye gibi dışa açık ve uluslararası sermaye piyasalarıyla yoğun ilişki içinde bulunan ülkelerde, yaklaşmakta olan bir krizin ilk uyarı sinyallerinin dış dünyadan gelmesi de bu nedenle kaçırılmaz oluyor. Kriz gerçeğiyle yüzleşmek istemeyen iktidar sözcüleri bu kez bu uyarıları krizin nedeni olarak göstermeye çalışıyor. “Dış mihrakların, faiz lobisinin saldırısı ekonomimizi darboğaza soktu” masalı anlatılıyor.
Ancak bütün bunlar bir noktadan sonra ülke insanının ekonomi yönetimine duyduğu güveni kaybetmesini önleyemiyor. Ülke parası değer kaybederken dövize yöneliş artıyor ve dövizle borçlanmış olan herkesin riski büyüyor, ekonomideki çıkmaz derinleşiyor. Bu duruma düşen bir ülkenin piyasalarda yeniden güven sağlayarak ekonomisini istikrara kavuşturmak için mutlaka kapsamlı ve tutarlı bir krizden çıkış programı hazırlaması ve bu programın uluslararası piyasalar tarafından da desteklenmesi gerekiyor. Bu adımları atmadan uluslararası sermaye hareketlerini kısıtlayarak ve sermaye kontrollerine yönelerek döviz krizini aşma ve kur depremini atlatma çabaları ise krizi derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor.
IMF’li mi, IMF’siz mi?
Geçen hafta TÜSİAD ve EAF tarafından düzenlenen “Türkiye Ekonomisinde Finansal Riskler ve Fırsatlar” başlıklı toplantıda konuşan Prof. Sebastian Edwards, Türkiye uzmanı olmadığını özellikle belirttikten sonra, yukarda değindiğim noktayı vurguladı. Yükselen Pazar ülkelerinin borç krizleri konusunda çok şey yazmış bir akademisyen olan Edwards, döviz krizi yaşayan bir ülkede, kapsayıcı ve tutarlı bir krizden çıkış programı uygulamaya koymadan sermaye kontrollerine yönelmenin krizi daha da derinleştirebileceğini hatırlattı bizlere. IMF’nin de bu duruma düşmüş olan birçok ülkede, tutarlı bir programın hazırlanmasına ve finanse edilmesine katkıda bulunmak amacıyla devreye girdiğini belirtti.
Türkiye’nin de son kez 2001 krizi sonrasına yaşadığı ve başarıyla sonuçlandırdığı bir süreç bu. IMF ile ya da IMF’siz, burada önemli olan nokta, krizden çıkış biletini almak için ülkeyi çıkmaza sürükleyen yanlışları kabul edip tutarlı ve dış dünyanın destekleyeceği bir program hazırlamanın şart olması. IMF’siz seçenekte bu programın nasıl finanse edileceğini ayrıca ortaya koymak gerekiyor.
Türkiye ekonomisinde finansal riskler
Prof. Edwards’ın konuşması sonrasında düzenlenen panelde söz alan, üniversitelerde ve finans kuruluşlarında görev yapan, bana göre “genç” ekonomistlerimiz, Gizem Öztok Altınsaç, Murat Sağman, Koray Alper ve Nilüfer Sezgin, Türkiye’nin şu anda karşı karşıya bulunduğu finansal risklerle ilgili önemli saptamalar yaptılar. Bazı noktaların birden fazla konuşmacı tarafından dile getirilmiş olması ve bu yazıdaki yerimin sınırlı olması nedeniyle değinilen önemli noktaları ve yapılan saptamaları, söyleyenin adını belirtmeden özetleyeceğim.
Türkiye’nin daha önce yaşamış olduğu krizlerden farklı olarak şimdi yaşanmakta olan kriz, reel ekonomide faaliyet gösteren şirketlerin finansman sorunlarının öne çıktığı bir kriz.
Dünyada faizlerin düşük ve paranın bol olduğu dönemde bu olanaktan olabildiğince yararlanan ve döviz borcu hızla büyüyen özel sektörümüz Türk lirasının son iki yıldaki muazzam değer kaybı nedeniyle ciddi finansman sorunları yaşamaya başladı. Ekonominin resesyona girmesi de bu sorunu büyüttü.
Krizden çıkış programının her şeyden önce zordaki şirketlerin bilançolarına odaklanması gerekiyor. Bu süreçte şirketlere sağlanacak desteğin krizden çıkış sürecine en fazla katkıda bulunabilecek şirketlere gitmesi büyük önem taşıyor.
Bankalara bu süreçte önemli rol düşüyor ve banka sistemimin kendi kriterlerine göre kredi vermesine müdahale edilmemesi gerekiyor.
Krizden çıkış biletini almak için her şeyden önce, dış dünyanın ve uluslararası finans çevrelerinin onayını ve desteğini alacak kapsamlı bir programı uygulamaya koymak gerekiyor.
Kısa vadede ekonominin canlanmasını sağlamak için atılacak popülist adımların dış dünyada kabul görecek bir programın inandırıcılığını yok edeceğini unutmamak gerekiyor.