Krizden çıkarılacak dersler
Krizin başlangıcının üzerinden neredeyse 2 sene, krizin en dip noktası sayılabilecek Lehman bankasının batmasının üzerinden ise yaklaşık 1 sene geçti. Bu süre zarfında, kriz ile ilgili çeşitli dersler çıkarıldı ve halen de çıkarılmakta. Önümüzdeki dönemde yeni Dünya Ekonomik Düzeni'ni de belirleyecek olan bu derslerden bazılarını gözden geçirelim.
Birinci ders güçlü ve iyi düzenlenmiş bir finansal sistemin finansal şoklara karşı ilk savunma hattı olduğu gerçeği. Ancak, burada çelişkili olan durum, ekonomiler ne kadar fazla serbest piyasa düzeni içine girerlerse, finansal kuruluşların ve piyasaların resmi denetiminin daha da önem kazanıyor olması. Bunun sebebi ise serbest piyasa ekonomilerinde kurumların arkalarında kamu desteği olmaması nedeniyle batma ihtimallerinin daha çok artmış olması ile birlikte bu batışların finansal sistemin diğer oyuncularını da tehlikeli duruma sürükleme rsikinin artmakta olması. Bu kriz borç veren kurumlar arasındaki rekabetin yaratıcılıktan daha çok istikrarsızlığı artırdığını gösterdi. Önümüzdeki dönemde kurumların kaldıraçlı pozisyonları ve risk alma imkanları üzerine limitler konulması şart. Konacak limitler belki ekonomideki toparlanma sürecini bir ölçüde geciktirecek ama aynı zamanda yeni balonlar oluşmasını ve aşırı oynaklıklar yaşanmasını önleyerek uzun vadede ekonomilerin daha yüksek ortalama büyüme oranlarına ulaşmasını sağlayacak.
Yaşanan bu kriz finansal kuruluşları denetleme kadar finansal ürünleri ve aktiviteleri de denetlemenin önemini ortaya koydu. Ayrıca, son dönemde artış gösteren "batmak için fazla büyük" (too big to fail) kuruluşların denetiminin daha sıkı bir şekide yapılması ve hatta bu kuruluşlara ekstra denetim maliyetleri getirilmesi de düşünülebilir. Özellikle ABD'de zor duruma düşen kuruluşlarla ilgili alınan tedbirlerle ilgili bir standartın getirilmesi de önemli bir zorunluluk. Bugüne kadar bazı kuruluşlar iflasa terk edildi, bazıları doğrudan devlet yardımı aldı, bazıları da kamu zoruyla daha güçlü kuruluşların bünyesi içine alındı. Bu farklı yaklaşımlar gelecekte olabilecek krizlerde kurum bazında alınacak tedbirlere dair belirsizlikleri de ister istemez artırıyor. Bu nedenle kurumların çözülüm süreciyle ilgili bir standardizasyon getirilmesi gerekiyor.
Düzenleme ile ilgili diğer bir problem de özellikle sermaye yeterliliğine ilişkin kuralların döngüselliği artırıcı bir etkisinin olması. Yani, kriz zamanlarında sermaye rasyolarını tutturabilmek için çoğu kuruluş zorunlu olarak bilançosunu küçültmek durumunda kalıyor, bu durum da krizin daha da derinleşmesine yol açıyor. Onun yerine, istikrar ve büyüme zamanlarında daha fazla rezerv biriktirilmesini teşvik etmek, kriz zamanlarında ise sermaye yeterliliğinde bir miktar düşüşe izin vermek daha mantıklı bir düzenleme olarak karşımıza çıkıyor.
Krizlere karşı hızlı, agresif ve israrcı makro politika tepkileri vermenin ne kadar doğru olduğu bu krizde iyice belirginleşti. Para ve maliye politikalarındaki hızlı ve agresif uygulamaların yararı belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Ancak bu politikaların gereğinden önce geri çekilmemesi, yani gerçek toparlanma emareleri görülene kadar politikalrda israrcı olunulması da oldukça önemli. Piyasa oyuncularına politikalardaki genişlemenin hangi noktada duracağının, ve çıkış stratejilerinin ve sıkılaştırma politikalarının ne zaman başlayacağının sinyalllerinin çok net bir şekilde iletilmesi gerekiyor. Geldiğimiz noktada, gerek FED'in, gerekse de ECB'nin bu konuda elinden geleni yaptığı söylenebilir.
Küresel makro düzeyde alınacak en önemli ders ise herhalde, kriz öncesinde fazlaca ehemmiyet verilmeyen küresel dengesizliklerin öneminin anlaşılması olacaktır. Özetle, artık ABD'nin kronik ve giderek arta cari açık veren, Çin'in ise tam tersi kronik ve giderek artan cari fazla veren bir makro-ekonomik yapıyı sürdürmeleri mümkün gözükmemektedir. Ancak, maalesef, gerek ABD'nin, gerekse de Çin'in almakta olduğu tedbirler değil bu dengesizliği ortadan kaldırmak, onu daha da artırıcı bir etkiye sahiptir. ABD'nin tasarruf açığı daha da artarken, Çin parasının yeteri kadar değerlenmesine izin vermeyerek esasen ihracat ağırlıklı bir politika sürdürmeye devam edeceğini göstermektedir. Önümüzdeki dönemde sorun olmaya devam edecek ve makro krizlere açık kapı bırakacak en önemli olgu da budur.