Krizden 10 yıl sonra küresel büyüme ve Çin ekonomisi

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

2008 krizi sonrasında başta ABD olmak üzere tüm gelişmiş ülkeler para politikalarında o tarihe kadar görülmemiş ölçüde parasal genişlemeye gittiler. Sonuçta merkez bankalarının bilançoları rekor boyutlara ulaştı. Şimdi ise gene Fed’in öncülüğünde bilançolarda bir daralma dönemi başlıyor. Ancak görünen o ki, bilanço büyüklükleri belki de hiçbir zaman kriz öncesi döneme geri dönmeyecek. 

Krizin salt parasal politikalarla önlenmeye çalışılması zamanında çok eleştirilmişti, hâlâ da eleştirilmekte. Faizler sıfır ve hatta eksi seviyelerinde, kapasite kullanımları düşük ve enflasyon neredeyse hiç yok iken, maliye politikalarına ağırlık verilmemesi ve gelir politikalarıyla orta sınıfın alım gücünün korunmamasının krizden çıkışı gereksiz yere geciktirdiği ve gelir dağılımı eşitsizliğini rekor seviyelere taşıdığı çok söylendi. (Bu yanlış politikaların sonucunda Batı’da popülist sağın yükselmesi hiç şaşırtıcı değil.) Bunların yerine öncelik finansal sistemin ve dolayısıyla zengin kesimin kurtarılmasına verildi.

Son IMF raporları Büyük Kriz’den tam 10 yıl sonra ilk defa 2017-2018’de dünya ekonomisinin yüzde 3.6 ile kriz öncesi seviyelerde büyüyeceğini tahmin etmekte. Bu büyümede gelişmekte olan ülkelerin (GOP) katkı payı 10 sene öncesine göre iyice artmış vaziyette. 2007’de GOP’ların dünya hasılası içindeki payı yüzde 50 idi, bugünse yüzde 60. (1990’da bu pay sadece yüzde 36’ydı.) Tabii ki, paydaki bu hızlı artışta Çin’in çok önemli bir payı olduğu muhakkak. 2007’de dünya ekonomisi içindeki payı yüzde 8.5 olan Çin’in bugün aldığı pay ise yüzde 13’ün üstünde.

Ancak bugünlerde Çin, mucizesi ile değil de, çıkması muhtemel ekonomik sorunları ile gündemde. Nitekim, Salı günü Moody’s derecelendirme kuruluşu 1989’daki Tiannemen Meydanı olayından sonra ilk defa Çin’in notunda indirime gitmiş bulunuyor. İndirimin sebebi olarak önümüzdeki dönemde tüm ekonomik kesimlerin borçluluğunun artmaya devam edecek olmasının Çin’in finansal gücünü zayıflatacak olması verilmiş. Peki Çin nasıl bu duruma geldi?

Çin büyüme stratejisini tamamen ihracat üzerine kurmuştu. Bu ihracat bağımlılığı nedeniyle 2008’de gelişmiş ekonomilerde başlayan kriz Çin’i de önemli ölçüde etkiledi. Krizin büyümesini ve hızla artan işsizliği önlemek için devlet bankaları kanalıyla ağırlıklı olarak KİT’lere altyapı yatırımları için büyük miktarda düşük faizli kredi verilmesi şeklinde bir canlandırma programı uygulamaya konuldu. (Altyapı yatırımları son 10 senedir her sene yüzde 20 dolayında artmakta.) Doğrudan bütçe harcaması şeklinde bir maliye politikası uygulanmadığı için devletin resmi borçları artmazken finans-dışı sektörün borçları hızla arttı. Böylece 2007’de milli gelirin yüzde 150 seviyesinde olan toplam borçlar 2016’da yüzde 270’e yükseldi.

Altyapı yatırımları Çin’in ihracat bağımlılığını kırması açısından önemliydi. Çin’in daha çok içe dönmesi ve iç talebini canlandırarak cari fazla olarak tezahür eden milli tasarruf fazlalığını eritmesi gerekiyordu. Nitekim, altyapı yatırımları sayesinde Çin son yıllarda böyle bir transformasyonu da gerçekleştirmekte. 2007’de yüzde 35 olan ihracatın milli gelir içindeki payı 2015’de yüzde 20’ye düştü, hizmetler sektörünün payı ise yüzde 43’ten yüzde 52’ye çıktı. Ancak bunun ne kadar ‘sürdürülebilir’ bir politika olduğu tartışmalı. Yatırımların büyük bir kısmı emir-komuta zinciri altında salt bazı rakamsal hedeflerin tutturulması için yapıldı. Ayrıca çoğu kamu bankalarının düşük faizli kredileriyle sübvanse edildiği için normal piyasa şartlarında fizibilitesi olmayan yatırımlar. Bir de özellikle yerel otoritelerin ‘gölge bankacılık’ piyasasından aldığı ve tam miktarı bile bilinmeyen(!) krediler var.

Bu hızlı kredi genişlemesi sonucunda son 2 senede bankaların “resmi” takipteki alacaklar oranı hızla yükselerek milli gelirin yüzde 2’sine çıkmış bulunuyor. (“Gayri-resmi” TA oranının ise bunun 14 kat kadar fazlası olduğu iddia ediliyor!) Bazıları nasıl olsa batık kredilerin önemli bir kısmı KİT’lerin ve yerel otoritelerin devlete borcu olduğu için bunların karşılıklı konsolide edilmesi ile önemli bir miktarda borcun silineceği görüşündeler. Ancak olay bu kadar da basit değil. Bütün bunların nihayetinde Çin anormal bir kapasite fazlası, gerçek ekonomik yararlılığı çok düşük yatırımlar, sermayesi ciddi şekilde erimiş bir finans ve finans-dışı kesim ve artan işsizlik oranlarıyla karşı karşıya kalabilir. Bu da önemli ve neresinden bakarsanız bakın not indirimini haklı çıkaran bir risk!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019