Krizde Maliye politikaları

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Yeni yıla biraz şaşkın, biraz kararsız, biraz da kayıtsız giriyoruz. Şaşkınlık krizin boyutundan, kararsızlık belirsizliklerin fazlalığından doğuyor. Bunlarla çelişkili gibi görünen kayıtsızlık ise krizin sebepleri ve doğuşu ile bir ilgimiz olmadığı için sonuçlanması ve hasar telafisi konusunda da yapacağımız fazla bir şey olmadığı kanaatinden kaynaklanıyor. Sadece kamu otoritesine değil, ekonomideki karar birimlerine de hatta büyük ölçüde yorumculara da hakim olduğu anlaşılan bu ruh hali, iki yıldır ağırdan aldığımız oysa pek ihtiyaç duyduğumuz reform ve eylem programı ile ilgili olarak hareketlenmemizi de yavaşlatıyor. Oysa evvelce de yazdığımız gibi kendi yapısal dönüşüm gündemimizin krizin bitmesini bekleme lüksü olmadığı gibi, krizin etkilerini hafifletmek için bizim de yapacağımız çok şey var.

Kriz tedbirlerinde kıstas

Birinci önceliğin piyasanın, yatırımcının ve halkın risk algılamasını düzeltmek ve güveni pekiştirmek olduğunu, bunun için artık neredeyse yapılmış gibi kabul edilen IMF anlaşmasının tek başına yeterli olmayacağını, likiditeyi destekleyen para politikası tedbirlerinin kredi riskini bankacılık sistemi ile paylaşmaya yönelik kurumsal bir aktif yönetimi veya kredi garantisi mekanizması ile tamamlanması gerektiğini geçtiğimiz haftalarda vurgulamıştık.

Güven geri geldikten sonra, yapısal reformlara dönüş gerekecek ama kolay olmayacak. Zira bu reformların maliyeti, krizin etkileriyle yükselmiş olacak. Bir önceki yazımızda ele aldığımız katma değer üretimine, istihdama ve ölçeğe yönelik yeni teşvik sistemi tasarımı gibi kayıtdışının daraltılması ya da KOBİ'lerin finans erişiminin kolaylaştırılması, finans aracılığı, istihdam ve enerji maliyetlerinin azaltılması ve benzeri hedeflere ulaşmak, durgunluğa giden ekonomi ve fizibilitesi şimdiden tartışılan bütçe ortamında iyice zorlaşacak.

Bu nedenle krizin etkilerini hafifletecek önlemler üzerinde dururken, bunların aynı zamanda ekonominin üretim kapasitesini ve büyüme potansiyelini güçlendirecek bir reform ve eylem programına engel olmayacak, ona sekte vurmayacak tarzda tasarlanması şart.

Maliye politikasında sınırlar

2002-2007 sürecinde Türkiye'nin en başarılı performans gösterdiği mali disiplin, 2008 yılında da öngörülen düzeyden daha büyük bir başarı ile, yani daha küçük bir bütçe açığı ve daha yüksek bir faiz dışı fazla ile sonuçlanıyor. Bu dengeyi elden geldiğince sürdürmek şart; yoksa hem enflasyon riski, hem de güven ortamı yönünden kırılganlık artar.

Maliye politikasının diğer alanlarında da dikkatli ve seçici davranılması, hem kaynakların israf edilmemesi hem de yapısal dönüşüm yörüngesine sekte vurulmaması açısından gerekli.

Özellikle ekonomiyi canlandırmak için kaçınılmaz görülen kamu harcamaları, reel kesimde ölçek ve istihdam artışını kısa dönemde gerçekleştirecek ve ihracat potansiyeli ya da katma değeri/verimliliği yüksek sektörlere öncelik verecek tarzda planlanmalıdır. Bunun dışında altyapı ve sosyal kalkınma/eğitim gibi ekonominin kalitesini ve direncini artıracak alanlara yapılacak kaynak tahsislerinin de gerekçesi var.

Verginin tutarı kadar külfeti önemli

Bütçedeki hassasiyet nedeni ile manevra alanının daha kısıtlı olduğu vergi alanında da bir öncelikler sıralaması yapılmalı. Konjonktür ve bütçe uygulamasındaki gelişmeler izin verdiği ölçüde en tepeye işletmelerin istihdam, finansman ve enerji maliyetleri ile ilgili indirimleri koymak zorundayız. Ölçek ve istihdam artışı sağlayacak, yatırımlar ile ilgili yeni bir teşvik tedbiri bir an önce uygulamaya konmalı. AR-GE ve verimlilik de sürekli desteklenmesi gereken konular.

Ancak vergi ile ilgili olarak yapılacak şeyler sadece oran ve matrah indirimleri, istisnaları ya da artışları değil. Bazen idari uygulamaların gözden geçirilmesi de, en az akçeli mevzuat değişiklikleri kadar etkili olabiliyor. Özellikle yatırım ortamının algılanması açısından, Dünya Bankası'nın 2003 yılından beri yaptığı ve bu yıl kapsamı 181 ülkeye çıkan İş Ortamı raporlarında, dikkate alınan göstergeler arasında işgücü ve finansman piyasaları, sözleşme, tasfiye ve ticaret hukuku, sektörel lisanslar arasında ve en başta vergi külfetinin yer aldığının altını çizmeliyiz. Bu açıdan işletmeler, sadece vergi adedini ve yükümlülükleri için harcadıkları zamanı değil, vergi ile ilgili olarak maruz kaldıkları bürokratik işlemleri ve adil olmayan uygulamaları da çok önemsiyorlar.

Krizin likiditeyi ve finansman imkanlarını kısıtladığı bir dönemde bu faktörün önemi artıyor. Gelişmiş piyasa ekonomilerine paralel çağdaş bir vergi yapısı için getirilen transfer fiyatlaması ve örtülü sermaye düzenlemelerinin ele alınmasında yarar var. Bankalardan kaynak bulamayan şirketlerin ilişkili taraflardan sağlayacağı finansmanda örtülü sermaye kısıtlamalarını geçici bir süre gevşetmek ve kaldırmak rahatlama sağlayabilir. Transfer fiyatlamasında borsanın küçüklüğünden dolayı emsal ve veri tabanı sıkıntısı, eski mevzuatın etkisindeki idarenin ve inceleme elemanlarının üçüncü kişiler-serbest bölgeler-Hazine zararı konusunda tartışmalı ve homojenlikten uzak uygulama yapmaları, farklı etkilenen Maliye ve gümrük idareleri arasında koordinasyon olmayışı şirketlerin üstündeki uyum külfetini ağırlaştırıyor: Özellikle küresel kriz konjonktüründe küresel vergi yönetimlerini çok dikkatle yapmak zorunda olan

uluslararası sermaye, yükselen pazarlardaki mevcut yatırımlarını sürdürmeye ya da yeni yatırıma karar verirken bu türden idari belirsizliklere büyük önem veriyor.

Para kaybetmeden sonuç alınacak konuların da olduğunu unutmayalım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019