Kriz yüzünden öncelikler değişiyor

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Küresel kriz, öncelikleri kökten değiştirdi. Hani, her konuda daha büyük dertlerden kurtulmak için daha az zararlı olan dertler tercih edilir ya, aynen öyle. İlaç kullanırsınız, yan etkileri vardır ama elde edeceğiniz çare bu yan etkilere değer. İtfaiyenin yangın yerini göle çevirmesi tümüyle yanmaktan tabii ki iyidir. Kimi zaman futbolcular gol yemektense penaltı yapmayı tercih eder, belki rakip değerlendiremez, diye. Şimdi de tüm dünyada ekonomik öncelik değişti; ilk hedef ayakta kalabilmek. Bu hedef yalnızca ülkeler için mi, şirketler de, bireyler de ekonomik anlamda ayakta kalabilmeyi önceliklerinin birinci sırasına koydular. Ama sanki bizde durum hala biraz farklıymış gibi görünüyor. Biz, Türkiye olarak halen krizin neresinde bulunduğumuzu kavramaya çalıştığımız için olsa gerek, pozisyonumuzu da net biçimde alabilmiş bir görüntü vermiyoruz.

Dünyadaki ortak tercih, “enflasyon da neymiş” noktasında oluşuyor. Hemen hemen hiçbir ülke enflasyonla mücadeleye odaklı bir politika gütme durumunda değil artık. Tam tersine, enflasyonla mücadeleyi sekteye uğratacak yönde politikalar uygulanıyor. Önce finans sektörüne para pompalandı, sonra reel sektöre ve bu halen devam ediyor. Tüketicinin ayağına da bir kırmızı halı serilmediği kaldı, “gelin para harcayın, tüketiminizi artırın” diye. Çünkü sonuçta her şey gelip tüketicinin tavrına dayanıyor. Tüketici harcamazsa, harcayamazsa reel sektöre istediğiniz kadar destek verin, onları ayağa kaldırmaya çalışın, bu pek anlam ifade etmiyor. Kuşkusuz, reel sektör alacağı bu destekle tüketimi cazip kılacak bir üretim yapısına kavuşabilir, ancak asıl olan tüketicilerin geleceğe nasıl baktıkları ve tüketme iştahına yeniden kavuşup kavuşamayacakları.

Tüm dünya neredeyse sıfır faiz politikasıyla hem maliyetler üstündeki baskıyı ortadan kaldırmayı amaçlıyor, hem de tüketimi teşvik etmeye çalışıyor. Çoğu ülkede negatif faiz uygulanıyor artık. Çünkü hem bir yandan enflasyon yükseliyor, hem de faizler sıfıra doğru çekiliyor. Bizde ise Merkez Bankası'nın 1.25 puanlık faiz indirimi gerçekleştirdiği geçen haftaki operasyondan sonra bile faizler Batı ülkeleriyle kıyaslandığında halen çok yüksek. Ama, Türkiye'ye özgü koşullar yüzünden bu farkın kapanacağı ve bizde de faizlerin öyle Batı'daki gibi sıfıra yakın düzeylere çekileceği zaten beklenmiyor.

Batı, enflasyonu tümüyle unutan ve ekonomiyi canlandırmayı birinci öncelik olarak alan yeni bir ekonomi politikası güdüyor. Peki ekonominin hızla daraldığı ve daha da daralacağının açık olduğu bir dönemde biz ne yapıyoruz, önceliklerimiz ne; enflasyon mu, ekonomiyi canlandırmak, işsizliği azaltmak mı, sahi önceliğimiz ne? Yoksa, bu dönemde kimsenin niyetlenemediğine soyunup, bunların hepsini bir arada yapmak mı?

Önceliğimizi henüz somut olarak bilmiyorsak da ekonomiye ilişkin kaygılarımızın değiştiği açık. Örneğin petrol fiyatları gibi bir korkumuz yok artık. Enerji maliyetlerinin büyüklüğü ve Türk parasının çok değerli olması yüzünden ithalatta rekorlar kırmaktan ve ağırlıkla buna bağlı olarak çok yüksek cari açık vermekten de korkmuyoruz. “Ne olacak bu cari açığımız” türünden yakınmalarımız sona erdi.

Türk parasının çok değerli seyretmesi karşısında kaygılanıyor ve “üç vakte kadar mı, beş vakte kadar mı” diye zaman tahminleri de yaparak “devalüasyon geliyormuş, doğru mu” sorusuna yanıt bulmaya çalışıyorduk. Artık bu tahminleri de pek yapmaz olduk.

Yabancıların bir dönem Türkiye'de hisse senedi, devlet iç borçlanma senedi ve mevduatta toplam 100 milyar doları aşkın parası vardı. Bu paranın kimilerine göre yüzde 10, kimilerine göre yüzde 20, hatta daha fazlası her an çıkabilirdi ve bu da tüm dengeleri alt üst ederdi. Ne oldu; çıkış çok sınırlı kaldı. En başta gelen neden de, yabancıların Türkiye'deki varlıklarının, fiyatların düşmesi yüzünden yarıya inmesiydi. Artık yabancıların toplam parası 50 milyar dolar civarında. Bu paranın yüzde 10, hatta yüzde 20'si gitse ne olur ki.

Özetle bu kaygılarımızdan sıyrıldık ama, başka daha büyük dertlerle boğuşmak zorundayız. Tüm dünyanın baş etmeye çalıştığı üretimsizlik, reel sektörün içine düştüğü sorunlar ve bu sorunların yol açtığı işçi-işveren ilişkilerindeki gerginlik bizde de giderek tırmanıyor. Kimi reel sektör kuruluşları gerçekten zora girdiği için işçi çıkarmaya yöneliyor ama, kimileri de bu durumu fırsat biliyor. Son dönemde bunun örneklerini görmeye başladık. Bir yandan krizden kaynaklanan işçi çıkarma sorunu var, bir yandan da yine krizin etkisiyle işgücü piyasasına girenlerin sayında artış yaşanıyor. Sorun iki yönlü olarak üstümüze geliyor, tüm hızıyla. Başta da dedik ya, Türkiye olarak henüz küresel kriz karşısında net pozisyon alamadık, diye. İşte bu sorunlara henüz hiç kafa yormuyoruz da, ondan. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar