Kriz sonrasında üç önemli adım
Yaşayarak gözlüyor; hayatın kendi potasında deneyerek öğreniyoruz ki, faktör koşulları, talep koşulları, karşılıklı-bağımlılık ilişkileri ve rekabet sisteminin işleyişinden oluşan "iş çevresi" köklü biçimde değişiyor. Değişme, birçoklarının 1929 krizi ile eşdeğerde gördüğü son krizle daha da hızlanıyor.
Nasıl ki, tarihin derinliklerinde kendi dönemlerine ilişkin çok isabetli analizler yapan düşünce ve bilim insanlarının görüşleri zaman içinde geçerliliğini yitirmişse, yaşanan bu olağanüstü değişim döneminde de, daha önce hepimizin insanlarla ve doğayla ilişkilerine yön vermiş olan adlandırma, kavramlaştırma, düşünme ve davranma biçimini de eskitecektir; hatta ciddi biçimde eskitmiştir bile.
İş yönetiminde "söylemin ve değişmesi" gerekiyor.
Nelere bakalım?
Niteliği ne olursa olsun, krizlerden sonra öne çıkan üç önemli gelişme üzerinde hep birlikte kafa yoralım diyorum: Kendimizi bilelim, sistemi kavrayalım ve sürekli öğrenmeyi içselleştirelim.+
1. Gıda maddelerinden başlayarak, bütün temel hammaddelere, teknolojik uygulamalara kadar her türlü girdiye ulaşabilirlik ve erişebilirlik olanakları arttı.. Bu artış, köklü biçimde yenilenen "karşılıklı-bağımlılık ilişkileri" gerektirmektedir. Çünkü yaptığımız işin yapısal ve ekonomik özelliklerini değişiyor. Bu değişmeler nedeniyle ulaşabilirlik ve erişebilirlik olanaklarını kısıtlayan kendinize özgü nedenleri analiz etmeden, yerleşik doğrularımızdan yola çıkarak geleceğimizi güven altına alamayız. İşimizi nasıl yöneteceğimizi düşünürken sorulması gereken temel soru şudur: Kendim ve çevremdeki insanlarla, bugüne kadar iş yapma tarzımı sorgulamak için ne kadar zaman ve emek ayırdım?
Her ne kadar bağımsız araştırmalar, sektörlerin "yapısal ve ekonomik özelliklerinin", kuruluşları yönetenlerin " yetenek, bilgi ve becerileri" kadar etkili olmadığını gösterse de, Jared Diamond'un "Tüfek,Mikrop ve Çelik" adlı olağanüstü eserinde örnek verdiği gibi, kendine has özellikleri nedeniyle Almanya'da bira üretimindeki verimlilik, ABD'deki üretimin çok gerisinde kalabiliyor.Yapısal ve ekonomik özellikler, önemli bir "fiyat-maliyet belirleyicisi"dir. Mutlaka iyi analiz edilmiş olması gerekir. İşimizle ilgili "yapısal ve ekonomik özellikler analizi" yapmadan; işimizi "anladığımızı" ileri sürmemiz, sadece kendimizi kandırmak anlamına gelir.
2. İş çevresindeki yeni karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinin nasıl bir "yapı, işlev ve kültür" gerektirdiği konusunda da net bir fikre sahip olmalıyız ki, fikirlerin yerine sloganları koyma hatasını yapmayalım; ezberlerimizin tutsağı olmayalım ve gerçek gelişme dalgasını yakalayabilelim.Örneğin, içinde bulunduğumuz iş çevresinde oluşmakta olan "ağ kurumu" hakkında bir fikre sahip değilsek;yanlış ata oynayarak bahsi kaybedebiliriz. Belki soyut bir anlatım gibi gelebilir; rekabet gücü yaratma, önümüzdeki dönemde önemli ölçüde işyerlerinin "yapı-işlev ve kültür bütünü" yaratmalarına bağlı olacaktır.
3. Sürekli sorgulama ve sürdürülebilir öğrenme sistemi yaratmadan; öğrenmeyi iş yerimizin derinliklerinde bir yaşam biçime haline getirmeden, uzun soluklu bir gelişme yaratmanın mümkün olmadığı da çok açık. İnsanların tornadan çıkmış türdeş eşya olmadıklarını, çok değişik sosyo-ekonomik ve psikolojik koşulların yarattığı "çeşitliliğin" varlığını kabullenmeden işyerleri sağlıklı biçimde yönetilemiyor.
Üç temel koşul
Demek ki, yapısal ve ekonomik özelliklerimizi analiz ederek "kendimizi bilme" ilk adım. Yapı, işlev ve kültürü kavrayarak sistemi yönetme çabası ikinci adım… Sürekli öğrenmeyi güven altına alarak geleceğe güven altına çalışma üçüncü adım…
Kitle kültürü giderek döviz kuru, faiz oranları, borsa hareketleri, finans sistemi işleyişleri gibi makro çerçeveleri slogan haline getiren bir anlatımı öne çıkarıyor. Makro çerçeveler ne denli tutarlı olursa olsun, iş yeri ölçeğinde o çerçevelerin fırsatlarını değerlendiren uygulamalar yeterli değilse, teknik anlatımıyla "işleyen kurumlara" sahip değilsek, yaratmak istediğimiz sonuca yaklaşmamız mümkün mü?
Hiç kuşkunuz olmasın ki "mümkün değil!"