Kriz sonrası dönemin yeniliği: Makro ihtiyatlı düzenlemeler
Finansal kriz öncesi bir çok merkez bankasının temel hedefi fiyat istikrarını sürdürmekti. Ancak gelişmiş ülkelerde düşük enflasyon, olumlu makro ekonomik ortam finansal istikrarı sağlamada yetersiz kaldı. Bunun yanı sıra, denetim, gözetim mekanizmasındaki yetersizlikler yaşanan krizi şiddetlendirdi.
Kriz, gelişmiş ülke merkez bankalarını varlık alımları gibi (konuta dayalı menkul değerler, şirket tahvilleri, vb.) geleneksel olmayan politika araçlarına yöneltti. Dolayısıyla rolü de sadece faiz oranlarını belirlemekten daha kapsamlı hale geldi. Gelinen noktada, merkez bankalarının krizden finansal istikrarı sağlamak için daha geniş bir yetkiyle çıkıp çıkmayacakları, kriz sonrası dönemde "merkez bankacılığının" kriz öncesi ile aynı olup olmayacağı tartışılıyor.
Makro ihtiyatlı düzenlemeler (macro-prudential regulation) krizden sonra ortaya çıkan önemli yeniliklerin başında geliyor: Eleştiriler, kriz öncesinde düzenleyici kuruluşların bireysel olarak kurumların denetimine çok fazla odaklandıkları (micro-prudential regulation) ancak sistemin geneline yeteri kadar dikkat etmediklerine yoğunlaşıyor.
Avrupa Merkez Bankası Başkanı Trichet, her ne kadar krizin çıkmasına yol açan risklerin bir çoğunun merkez bankaları ve uluslararası resmi finansal kuruluşlar tarafından tanımlanmış olsa da bu risklerin birbirleri ile birleşerek ve birbirlerini güçlendirerek sert sistemik krize yol açmalarına yeterince dikkat edilmediğini belirtiyor.
Makro ihtiyatlı analiz tüm finansal sektördeki sistemik riskin izlenmesini ve değerlendirilmesini içeriyor. Finansal sistemin istikrarına odaklanarak kredi ve aktif fiyatlarındaki balonun önlenmesi veya hafifletilmesi amacını taşıyor. Sistemik riske odaklanılmasının sebebi ise, her ne kadar büyük finansal kuruluşlar tek tek sıkı regülasyona tabii olsa da denetim dışı kalan hedge fonlar ve bilanço dışı finansal kuruluşların operasyonları risk oluşturuyor. Tüm bu kuruluşlar arası bağımlılık oranının yüksek olması nedeniyle bu kuruluşların toplu davranışlarının da sistemik riski artırdığı değerlendiriliyor.
Makro ihtiyatlı düzenlemeler finansal sisteme yönelik potansiyel riskleri ve tehditleri (sistemdeki borçluluk oranının artması, aktif fiyatlarının seyri, finansal yeni ürünlerin takibi gibi) izleyip erken teşhis ederek finansal istikrarı sağlamayı hedefliyor. Bu bağlamda sistemdeki tüm unsurlar göz önüne alınarak birbirleri ve ekonominin geneli ile nasıl bir etkileşim içinde olduğu değerlendiriliyor. Merkez bankalarına da finansal istikrara yönelik riskleri teşhis için daha fazla sorumluluk verilmesi değerlendiriliyor.
AB'de bu riskleri kontrol altına almak için Avrupa Sistemik Risk Kurulu (ESRB) oluşturuldu. 2011 başında faaliyete geçmesi beklenen kurul makro ihtiyatlı politikaların gözetiminden sorumlu olacak. Bu bağlamda görevleri: sistemik riskleri tanımlamak ve önceliklendirmek, önemli sistemik riskler çıktığında erken uyarılar yayınlamak, gerektiği takdirde belirlenmiş risklere karşı alınması gereken aksiyonları tavsiye etmek. Bu tavsiyeler kanuni olarak bağlayıcı olmayacak ancak bu tavsiyelerin muhataplarının belirlenen risklere pasif kalmaması bekleniyor. Risk kurulu diğer kuruluşların fonksiyonlarını üstlenmeyecek ancak bunlara tamamlayıcı özellikte faaliyet gösterecek ve finansal denetim ve düzenleme alanındaki kuruluşlarla etkileşim halinde olacak. Organizasyon açısından ise; Genel Kurul ESRB'nin karar verici birimini oluşturuyor; 33 kişiden oluşan kurulun 27 üyesini merkez bankası başkanları oluşturuyor.
Bu yaklaşıma getirilen eleştiriler de mevcut: Sistemde fazla regülasyon riski: Halen kurumlara yönelik regülasyonlar mevcut iken, sisteme yönelik ek düzenlemelerin regülasyon fazlalığına yol açabileceği değerlendiriliyor. Bir diğer görüş ise kurulun sistemik riskleri görmekte yetersiz kalabileceği yönünde.
Sonuç olarak, AB'de, düzenleyici ve denetleyici politikaların sistemik riske karşı savunmada çok önemli olduğu öngörülüyor. Bu görevi de ayrı bir kurula vermiş durumda. Yeni kurulan kurul da bu önemin bir göstergesi niteliğini taşıyor.
Kriz sonrası dönemde fiyat istikrarı ve finansal istikrar birlikte hedefleniyor. Finansal istikrarı tesis edebilmek için zorunlu karşılık oranları ve diğer makro ihtiyatlı düzenlemeler değerlendirilecek. Finansal istikrarın ölçümünde bakılan gösterge ise kredi büyümesi ve varlık fiyatlarındaki artışlar. TCMB, kredi büyümesi gelişmelerini de (ilk sekiz ayda %18) göz önüne alarak zorunlu karşılık oranlarını arttırdı ve önümüzdeki dönemde kredi büyümesinin istenilen düzeyin üzerine çıkması halinde zorunlu karşılık oranlarını daha etkin olarak kullanacağını belirtti.
TCMB, son dönemde aldığı önlemleri yeni konjonktüre karşı bir hazırlık olarak değerlendiriyor. Bu konjonktür yükselen piyasa ekonomilerine yoğun sermaye akışı sonucu bu ekonomilerde aşırı ısınma ve varlık fiyatları balonlarının oluşması riskinin belirmesi ve cari açığın yükselerek finansal istikrarı tehdit edecek düzeye ulaşması ihtimalini içeriyor.
Nobel ödüllü Paul Krugman bir keresinde Merkez Bankası Başkanlarını parti (piyasa) hareketlendikçe hiç bir şey yapması gerekmeyen ancak parti sonunda herkesi evine güvenli bir biçimde döndürmesi beklenen sürücülere benzetmiş idi. Ancak krizle birlikle bu kavramın değiştiği görülüyor. Merkez Bankaları son kredi mercii; dolayısıyla finansal istikrarın da doğal olarak koruyucuları konumunda. Önümüzdeki dönemde, merkez bankalarının finansal istikrarı sağlamak için eskisine göre daha genişleyen bir görev alanında aktif ve sorumlu olmaları gerektiği yönünde görüşler mevcut.