Kriz muhabbetinde iki eğilim
Başlıktaki "muhabbet" sözcüğünü çok lâf az iş anlamında kullandım. Yani, Orhan Veli Kanık'ın "Neler yapmadık bu vatan için! Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik" mısralarıyla resimlediği durum! Gene de küçümsediğim sanılmasın.
Çünkü, ABD kökenli "küresel" ekonomik kriz artık Türkiye'nin de krizi. Elbette konuşulacak tartışılacak. Hattâ tahammül etmeliyiz; her kafadan ayrı ses çıkacak! Lâkin bir sorun var: Kriz muhabbetinde "endaze" kaçıyor. Meslek ustalarımızdan Şinasi Nahit Berker'in özdeyiş kalitesindeki şu sözü gibi: "Bu memleket uzun lâftan batıyor!"
Tabii, bunlar birer durum benzetmesi birer metafor! Ama, şu açık: Belki her krizde olduğu gibi bu krizde de sürekli fakat "boş" konuşan, lâf kazanında korku kaynatan, "biz" çoğulunu "ben" bencilliğinde öğüten, hiçbir şey yapmayan, çareyi de başkalarından bekleyen bir kesim var.
İyi kötüyü kovuyor mu?
Bir de hem konuşan hem de elindeki imkânlarla sadece kendisi için değil, krizin tehdit ettiği, ürküttüğü, sarstığı herkese, ekonominin geneline "ilaç" olabilecek fikirleri, çözümleri üreten bir kesim var. Bu kesim 2008 krizinde oluşuyor. İyi haber! İyi haber, çünkü 2000-2001 krizini hattâ daha öncekileri hatırlayın:
Korku, panik, krizden "ahlâksız" fırsat devşirmek, elini taşın altına koymamak, şahsî ve firma birikimlerini Moliere'in Cimri'si gibi köşe bucak saklarken "gelsin IMF, gelsin devlet milletin parasıyla bizi kurtarsın" sinikliğine sığınmak… O krizde işini batıran hangi "ünlü" işadamı kişisel yaşamında sefalete düştü ki? İşte bunlar da kötü haberdi. Bırakın eskide kalsın!
Para teorisinin kanıtlanmış hipotezi "kötü para iyi parayı kovar" değil miydi? Şimdi, iyi haber kötü haberi kovuyor. Bu krizde hem konuşan hem çözüm üreten kesimin oluşması, iş dünyasında gelişen "iyinin" kanıtı; aynı zamanda krizin mümkün olan en az zararla, belki de "kazançla" aşılmasında ciddi bir umut. Desteklenmeli!
Kriz, Türkiye'den korksun!
2000-2001 krizi bu ülkeyi yönetenlere, iş dünyasına, tek tek girişimcilere gerçekten bir şeyler öğrettiyse… Cesur çözümün stratejik formülü bu krize karşı topyekûn mücadele olmalı. Krizden korkmamanın yolu savunma tedbirlerini "taarruz gücünün" tamamlayıcı parçası haline getirmekten geçer. Unutulmasın: taarruzu hedeflemeyen savunma tek başına çözüm değildir.
Bu kavrayışın ekonominin yönetici, yönlendirici kuruluşlarında, kanaat ve karar önderlerinde filizlendiği gözleniyor. İstanbul Ticaret Odası'nın öncülük ettiği "piyasa canlandırıcı" kampanya üretim, ticaret ve tüketim boyutlarında kriz sinikliğini silkeleyici ciddi ve etkili bir girişim. Türkiye sathında bütün odalara, temsil kurumlarına örnek olmalı, yaygınlaştırılmalı.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) krizi "ümüğünden" yakalayan 100 milyon YTL'lik kredi girişimi, bu kavrayışın makro yansıması ve krizle "topyekûn mücadelenin" büyük adımlarından biridir.
TOBB'un "sivil inisiyatifle" ve Halk Bankası'nın "çoğaltıcı katkısıyla" oluşturacağı 1,5 milyar YTL'lik kredi hacmi, bugünün şartlarında ekonominin "kalbine" enjekte edilecek "adrenalin" değerinde ve önemindedir.
TOBB ve benzeri girişimlerin bazı işveren sendikaları, odalar, önde gelen kanaat önderleri tarafından desteklenmesi, katkıda bulunma istekleri 2008 krizinin Türkiye'den korkması için gereken maddi ve moral gücün oluştuğunu gösteriyor. Bu gücün bir de "seferberliğe" dönüştürüldüğünü düşünün. Kim korkar hain krizden!