Kriz korkusu neden sürüyor?
Dünya ekonomisinin gidişatını yakından izleyen OECD ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar hayli sıkıntılı bir dönem yaşadı 2010 sonrasında. Dünya ekonomisinin büyüme performansına ilişkin tahminlerini sürekli olarak aşağı doğru revize etmek zorunda kalan bu kuruluşlar yıllardan beri ilk kez 2017’de daha iyimser tahminler yapma noktasına gelebildi.
OECD’nin geçen hafta açıklanan son ara tahmininde, dünya ekonomisinde senkronize bir büyümenin başladığı belirtildi ve dünya ekonomisinin 2017’de yüzde 3.5, 2018’de yüzde 3.7 büyüyeceği tahmini yapıldı. Avrupa’daki büyümenin bu yıl yüzde 2.1’e yükselerek ABD’deki büyümeyi yakalayacağı, Çin’deki büyümenin yüzde 6.8’i bularak tahminleri aşacağı, Rusya ve Brezilya’nın resesyondan çıkarak büyümeye geçeceği vurgulandı OECD’nin açıklamasında.
IMF ve Dünya Bankası’nın 10-15 Ekim’de Washington’da yapılacak yıllık toplantısı sırasında açıklanacak olan IMF’nin Ekonomik Görünüm raporunda da geçen yıla göre daha iyimser tahminlerin yer alması şaşırtıcı olmayacak.
Büyüme hızı tahminleri yükselirken başta ABD borsaları olmak üzere dünya borsalarındaki şenlik de devam etti, S&P 500 ve Dow Jones endeksleri yeni rekorlara tırmandı geçen haftalarda.
Bu gelişmelere bakarak dünya ekonomisinin geleceği için iyimser beklentilere kapılmak mümkün ve böyle beklentileri dile getirenler de var kuşkusuz ama onların çabası, dünyadaki kriz korkusunun ortadan kalkmasına yetmiyor. Küresel tabloya çok boyutlu olarak bakabilen kişi ve kuruluşlar, yeni krizleri tetikleyebilecek risklere dikkat çekme ihtiyacını duyuyor.
Deutsche Bank’ın kriz raporu dikkat çekici
Financial Times gazetesinin deneyimli yazarı John Authers, 21 Eylül tarihli yazısında Deutsche Bank araştırma bölümünün hazırlamış olduğu kapsamlı bir rapora dikkat çekti. Authers’in aktardığına göre, söz konusu raporda çarpıcı saptamalar yer alıyor, örneğin muazzam boyutlardaki parasal genişlemeyle ve ona ek olarak sağlanan mali desteklerle 2007’den bu yana sisteme enjekte edilen kaynağın 34 trilyon doları bulduğu belirtiliyor. Raporda, dev boyutlardaki bu desteğin azalması ya da kesilmesi halinde doğabilecek risklere dikkat çekiliyor.
Merkez bankalarının parasal genişlemeye son vermeye başlamasının faizlerin yükselmesine yol açabileceği, bunun uzantısında büyümenin yavaşlamasının hatta yeni bir resesyon tehdidinin gündeme gelmesinin söz konusu olabileceği ve aşırı yükselmiş olan hisse senedi ve tahvil piyasalarında keskin düşüşler yaşanabileceği belirtiliyor Deutsche Bank raporunda. Bunlara ek olarak, geniş toplum kesimlerinin ekonomik büyümeden yeterli pay alamadığı Batı ülkelerinde yükselen popülizmin yeni krizlere yol açabileceği ileri sürülüyor.
Almanya seçimleri kaygıların yersiz olmadığını gösterdi
Pazar günü Almanya’da yapılan seçimin sonuçları da bu kaygıların yersiz olmadığını bir kez daha gösterdi. Aşırı sağcı AfD partisi beklenenin üzerinde oy toplayarak parlamentoda üçüncü parti konumuna gelirken Başbakan Merkel ve koalisyon ortağı olan SDP oy kaybetti. Bu sonuçlar, Batı dünyasında çoğulcu değerleri ve aklıselimi temsil eden lider olarak algılanan Angela Merkel’in kendi çizgisini sürdürebilecek bir hükümet kurma konusunda zorlanacağını düşündürüyor.
ABD’nin başında Trump gibi birinin bulunduğu, Kuzey Kore’den Irak’a jeopolitik risklerin tırmandığı bir ortamda gündeme gelebilecek felaket senaryolarını saymak ise olanaksız. Bütün bunlar dünyada kriz korkusunun sürmesine yol açan faktörler.
Borsalardaki balon 1997-2002 dönemini hatırlatıyor
2009’dan sonra yaşanan likidite bolluğu ortamında yükselişe geçen ve ucuz kredinin de katkısıyla yeni rekorlara tırmanan hisse senedi borsalarında her an patlayabilecek bir balonun oluşmuş bulunduğunu ısrarla vurgulayanlar arasında Nobel ödüllü ünlü iktisatçı Robert Shiller de var. Borsalardaki fiyat kazanç oranlarını ölçen C.A.P.E rasyosunu geliştiren kişi olan Shiller’e göre ABD borsalarında bugün erişilmiş bulunan C.A.P.E değerlerine, daha önce yalnızca 1929’da ve teknoloji hisselerindeki balonun şiştiği ve patladığı 1997-2002 döneminde erişilmiş. (New York Times, 19 Eylül 2017)
Öte yandan, ucuz kredi kullanılarak hisse senetlerine yatırım yapanların oranının da rekor düzeye tırmandığı ve bu durumun, faizlerin yükselişe geçtiği borsalardaki düşüşü hızlandırabileceği belirtiliyor.(Wall Street Journal, 25 Eylül 2017.)
Bütün bu faktörler hesaba katıldığında, dünya ekonomisindeki olumlu gelişmelere bakarak iyimser olmak ve kriz korkusundan kurtulmak zorlaşıyor.