Kriz kapıyı çalıyor

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Türkiye son 6 yılını gayet hovardaca bir şekilde harcadı. Dünyada aşırı şekilde artmış olan uluslararası fon hareketlerine güvenerek, hiç bir şey yapmadan başkalarının tasarruflarıyla suni bir büyüme ortamını sürdürdü. Bu arada, politika belirleyicileri sürekli olarak artan cari açığı ve özel sektörün aşırı kur riski almasını trene bakar gibi seyrettiler. Herhalde, bu ortamının sonsuza dek süreceğini falan düşünüyorlardı. Aynı dönemde, Merkez Bankası da artık örtülü kur çapasından başka bir şey olmadığı ortaya çıkan enflasyon programını sürdürmek amacıyla yüksek TL faiz politikasını sürdürdü. Böyle bir politikanın üretici (ve artan tüketici kredileri nedeniyle tüketici) kesimlerde yarattığı maliyet ise göz ardı edildi. Bugün geldiğimiz noktada, henüz krizin ülkemize direkt bir etkisi görülmemiş olmasına rağmen büyüme oranı Türkiye'de istihdamı ve sosyal dengeleri korumak için gerekli olduğu düşünülen %4.5 oranının oldukça altında kalmış durumda. 2. çeyrek büyüme hızının %1.9 gibi beklentilerin oldukça altında gelmiş olmasını bir yana bıraksak bile, şu anda ne senenin geri kalanı, ne de 2009 yılının tamamı için olumlu öngörülerde bulunmak imkansız. Nitekim, dün açıklanan Ağustos ayı üretim rakamları toplam sanayi üretiminin %4, imalat sanayinin ise %5.7 oranında daralmış olduğunu gösteriyor. 2006 Ocak'ında baz etkisinden kaynaklanan daralmayı dikkate almazsak, böyle bir daralma 2002 Şubat'ından beri görülmemişti. Kısacası biz bu finansal krize zayıf bir ekonomik ortamda yakalanmış bulunuyoruz.

Türkiye'nin yabancı kaynaklara bağımlılığı ise halen devam ediyor. Evet, daralan büyüme ve düşen emtia fiyatları ithalat faturamızı bir miktar geri çekecektir. Son 12 ay itibarıyle 47 milyar dolar seviyesinde olan cari açığımızın 30 milyar dolar seviyelerine kadar gerilemesi mümkündür. Ancak, bilindiği gibi cari açık denklemin sadece bir parçası. Bunun karşısında yurtdışı finansman bacağı var. Türkiye'nin bu senenin kalanında ve gelecek senenin de tamamında net taze yabancı kaynak girişi sağlaması çok düşük bir ihtimal olarak gözüküyor. Son günlerde çökme noktasına gelen borsadan, artan faizlerden ve ciddi şekilde hareketlenen kurlardan da anlaşılabileceği gibi yabancı yatırımcıların yatırımlarını likide ederek nakte dönme ihtiyacı iyice artmış vaziyette. Özellikle, yurtdışındaki krizin yatırım fonları ve hedge fonlar düzeyine sıçramış olması, bu fonlardaki yatırımcıların satışa yönelmesi, bizim gibi gelişmekte olan piyasalar da dahil olmak üzere, tüm Dünya piyasalarında ciddi bir çöküşe sebep olmuş durumda.Açıkçası bu trendin kısa sürede terse dönmesini beklemiyorum. (Dün alınan koordineli faiz indirimi kararı ise tüm dünyadaki likiditeyi bir anda artıracağı için belli bir etki sağlayacaktır. Ancak, aslolan finansal sistemin tüm oyuncularına ve reel kesimde ihtiyacı olan şirketlere (faiz oranı ne olursa olsun) likidite sağlamak. Bu da gecelik politika faizlerini düşürmekle olmuyor.)

Türkiye'nin finansman kaynaklarına tek tek baktığımızda kısılan küresel finansman imkanlarına paralel olarak doğrudan yatırımlarda bir duraklama olması kaçınılmaz gözüküyor. Portföy yatırımlarının durumu malum. En ufak bir alıcı kitlesi olan her piyasada ciddi bir satış baskısı görülüyor. Bankaların borçlanmalarına gelirsek, Avrupa bankalarının da ciddi kriz içine girmesiyle birlikte borçlanmaların ve sendikasyonların yenilenmesinde fiyattan bağımsız olarak bazı sorunlar çıkabilir. Yeni taze kaynak girişi sağlayacak borçlanmaları ise bir süre için unutabiliriz. Son olarak özel sektörün borçlanmasına bakarsak, burada da net kaynak girişi öngörmek için Pollyanna falan olmak lazım herhalde. Kamu ve bankaların gelen tüm borçlarını yenileyeceğini varsaysak bile özel sektörün bir yıl içinde ödemesi gereken $ 25 milyar dolar kadar kısa vadeli borcu olduğunu görüyoruz. Sonuçta karşımızda takriben 30 + 25 = $ 55 milyar dolarlık bir açık ve artık faiz artırmak gibi bir politika opsiyonu kalmamış bir Merkez Bankası var (Zaten iç ekonomik aktivitenin hiç bir faiz artırımını tolere edemeyecek kadar zayıf bir durumda olmasını bir kenara koysak bile, bugünkü global konjonktürde faiz artırımının Türkiye'ye değil yabancı kaynak çekmek, Türkiye'nin algılanan risklerini artırarak para çıkışını hızlandırmak gibi bir etkisi bile olabilir.)

Bu şartlar altında ne olabilir? İlk akla gelenlerden biri tabii ki kurlarda bir düzeltme yaşanması ki zaten son günlerde (farklı nedenlerden de olsa) böyle bir hareketi görüyoruz. Ancak, Türkiye'de bugün çoğu açık pozisyonda olmak üzere reel sektörün $ 130 milyar dolar civarında borcu var. Yüksek oranlı bir devaluasyonun bu borçlar üzerindeki etkisi çok ciddi bir krize neden olabilir. (Bu kritik noktada Merkez'i bilmem ama ben devaluasyonun geçiş etkisi nedeniyle enflasyon üzerindeki etkilerini hiç önemsemiyorum bile.) Sırf bu nedenle bile kurların aşırı artmasının önüne geçilmesi gerek.

Türkiye'nin bu krizden yara almadan kurtulması için ya döviz rezervlerimizin $ 150 milyar gibi bizi uzun süre rahatlatacak bir seviyede olması, ya da cari açığımızın çok düşük düzeylerde olması gerekiyordu. Ancak bizde ikisi de yok. Bu şartlar altında, maalesef bizi bu bulunduğumuz ekonomik duruma getirmekte yadsınamayacak katkısı olan IMF ile 25 milyar dolardan daha az olmayan ihtiyati bir stand-by anlaşmasının vakit geçirmeden imzalanması gerekiyor. (Halbuki, bu anlaşma bugün krizin patladığı ortamda değil de stand-by'ın bittiği Mayıs ayında yapılmış olsaydı risk algılaması bakımından çok daha iyi olacaktı.)

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019