Kriz, iş etiğini de bozuyor...
Son 15 yıl içinde dördüncü kriz dönemine artık girdik sayılır. 1994, 1998, 2001 ve 2008... Bu yıllar boyunca çalışma yaşamının içinde olanlar hem krizle ilgili engin bir deneyime sahipler, hem de "yine mi!" diyecek kadar bıkkın durumdalar...
Bıkkınlığımızı bir kenara bırakırsak, deneyimlerimiz gösteriyor ki, özellikle reel sektörde, bir yanda yaşanan nakit sıkışıklığı, diğer yanda artan faiz oranları, piyasadaki nakit akışını önemli ölçüde sekteye uğratıyor. Mali sektördeki uzmanlar "nakit kraldır" dedikçe, bakıyorsunuz cari ödemeler aksamaya, çeklerin vadeleri uzamaya, alacaklılar beklemeye başlıyor. Türkiye sermaye açısından fakir bir ülke. Bu nedenle genellikle girişimciler sıfıra yakın öz sermaye ve büyük ölçüde ödünç parayla işlerini çevirmeye çalışıyor. Bu durumda ortaya çıkan nakit ve ödeme sıkışıklıkları, dayanma gücü az olan işletmelerin kısa sürede açığa düşmesine yol açıyor ve bu sıkışıklık çarpan etkisiyle ekonomide derin sarsıntılara neden oluyor.
Kriz dönemlerinde nakitin "kral" olması, şüphesiz herkesin elinde nakit tutma eğilimini artırıyor. Ancak sermayesi ister zayıf, isterse güçlü olsun işletmelerin pek çoğu "kendilerine ait olmayan" nakiti de ellerinde tutmaya çalışıyor. 1990'larda yaşadığımız enflasyonist dönemde ödemeleri mümkün olduğunca uzatarak eldeki nakitle repo yapmak gibi yöntemler hâlâ herkesin hafızasında taze olduğundan, reel fazlerin yükselmeye başladığı bugünlerde aynı eğilimi rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz.
Tabii herkes kârını veya sermayesini nasıl değerlendireceğine kendisi karar verir. Ancak satın alınmış mal veya hizmetler için yapılması gereken ödemeleri yapmayarak elde nakit tutmaya çalışmak, hatta bu nakiti kullanarak finansal kazanç elde etmek etik bir davranış olmadığı gibi, neden olduğu zincirleme etkiyle ekonominin bütünü için de ciddi bir tehlike oluşturuyor.
DÜNYA Gazetesi'nin 20 Ekim tarihli sayısında, 51 ilde 356 işadamıyla krizin etkileri konusunda yapılan ankette, "en önemli sıkıntınız nedir?" sorusuna, işadamlarının yüzde 70'i "nakit sıkıntısı" diye cevap veriyor. Peki bu sıkıntının ne kadarı ticaretin durmasından, satışların yavaşlamasından kaynaklanıyor, ne kadarı, kişi ve kurumların elde nakit tutarak bunu finans sektöründe değerlendirme eğilimlerinden kaynaklanıyor? Enflasyonun ve faizlerin görece düşük olduğu bir ortamda baskısını hissetmediğimiz bu alışkanlık, reel faizlerdeki küçük bir artışla kendini tekrar hissettiriyor ve işletmelerde iflasa kadar uzanan zincirleme bir reaksiyona neden oluyor.
Kriz olsun ya da olmasın, Türkiye'de ticari hayatta ciddi sıkıntılar yaratan bu tür kötü alışkanlıklarla ciddi anlamda mücadele edilmesi gerekiyor. İşveren kuruluşlarının iş etiği konusunda üyelerini bilgilendirmesi ve bilinçlendirmesi yanında bu konu, ulusal düzeyde politikalar geliştirilip, kampanyalar düzenlenmesini gerektirecek kadar hayati bir önem taşıyor.
Tabii işi yalnız etik boyutunda bırakmak da yeterli değil. Çok uzun yıllardan beri iş hayatının en önemli sorunlarından olan hukuki altyapı eksikliği ve yetersizliğinin de giderilmesi gerekiyor. Ticari davaların çok uzun sürmesi, mahkemelerin iş yükünün ağırlığı, en basit alacak-verecek sorunlarının bile mahkemelere taşınması ülkemizde iş etiğinin önemli ölçüde erozyona uğramasına neden oluyor.
Başlayan bu krizde "her işte bir hayır vardır" sözünü doğru çıkartabilmek için bu tür konuların üzerine gitmekte de büyük fayda var...