Kriz hazırlığında öncelikler ve araçlar

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Türkiye'nin zaten oldum olası dalgalı gündemine şimdi bir de küresel ekonomideki müthiş çalkantı ve belirsizlik eklenince, haftalık bir yazının konusunu önceden belirlemek kolay olmuyor. Geçen iki yıla yakın sürede, ileride daha ayrıntılı irdelemeyi düşünüp not ettiğim konuların çok azını ele almaya fırsat bulmuşum. Bu son ayda, belki de ilk defa başa gelen krizden kurtulma yerine geliyorum diyen krizden sakınma başarısını yaşama umuduyla, küresel krizin niteliğine ve Türkiye'ye muhtemel etkilerine yoğunlaştık. Bugün de geçen hafta başladığımız "Kriz öncesi hazırlık planı" konusundaki zihinsel egzersizi devam ettirmek, muhtemel tedbirler ve nisbi önemleri üzerinde durmak istiyorum.

Öncelik mali sistemde

Daha önce de söyledik, bankacılık sistemimizin sağlam ve güvenli olduğu ne kadar doğruysa, dalgaları bize ulaşmaya başlayan kriz sonuçlarına karşı kamunun bu sistemi desteklemeye hazırlıklı olma gereği o kadar doğru. Münferit panzehir düzenlemelerine geçmeden bu noktayı bir kez daha vurgulayalım. Öncelik sıralamasında hataya düşülmemesi, kriz yönetiminin başlıca koşullarından biri çünkü.

En fazla konuşulan mevduat garantisinin, sistemin sağlığını bozacak bir faiz yarışına girilmesini önleyecek kontrol önlemleriyle şimdiki limitin birkaç katına çıkarılabileceğini söylemiştik. Bu artırım ve şimdi değil ama kriz sertleşirse uygulanabilecek yüzde yüz garanti, muhtemelen geçici bir süre (sözgelişi 2010'a kadar) ile sınırlı tutulmalıdır.

Ancak bizce daha önemlisi devletin, krizin henüz toplumda pek hissedilmediği bu aşamada, her durumda bankaların arkasında olduğunu ve olacağını belli etmesidir. Çünkü bu yapılmazsa, ekonominin en güvenli bacağı olan mali sistemin de sağlığı bozulabileceği ve reel kesim finansmanı sakatlanabileceği gibi, aşağıda değineceğimiz vergi ve diğer mevzuat önerilerinin etkisi de tıpkı kızgın tavaya dökülen yağ gibi sınırlı bir ölçüde kalacaktır.

Yeni enstrümanlara ihtiyaç var

Hafta sonunda bir röportajda Metin Ar'ın söylediği gibi bizde mali sistem uygulamalarının, özellikle yatırım bankacılığı yönünden, basit olması krizin etkisini asgaride tuttu. Ancak yeni koşullarda çarkların dönmeye devam etmesi için sisteme yeni enstrümanlar ile aşı yapmak gerekiyor. Öncelikle devletin sisteme desteğinden söz ederken akıllara sadece mevduat garantisinin gelmesi gibi bir alternatif yoksulluğunu önlemek, sonra da ekonomiyi ileride bir durgunluk ya da küçülme tehlikesinden korumak ve iç ya da dış kaynakları harekete geçirebilmek açısından daha yaratıcı olmalıyız.

Sözgelişi devletin yani Hazine'nin bankalara sağlayabileceği koruyucu destek, aktif kalitelerinde oluşabilecek bozulmaya müdahale edebileceği bir enstrümana ihtiyaç gösteriyor. Geçmişten bildiğimiz "varlığa dayalı menkul kıymet" türü bir aracın, reel kesime açılan kredileri temsil etmek ve bu durum yakından izlenip denetlenmek koşuluyla, sisteme sokulması ve böylece Hazine'nin gerektiğinde bunları devralarak banka özkaynaklarını zayıflamaktan koruyacağı bir aracın yaratılması çok yararlı olacak. Bunun mevduat garantisi ya da doğrudan sermaye desteği gibi ağır ve radikal tedbirlere bir de üstünlüğü var; işler normale döndüğünde, faizler düşeceği için çıkarılan bu menkul kıymetlerin değeri de yükselecek ve Hazine'nin yüklendiği maliyet karşılanıp kazanca dönüşebilecektir. Bu araç, reel sektördeki dönüşüm ihtiyacı açısından zaman zaman değindiğimiz "varlık yönetim şirketi" çerçevesinde de düşünülebilir. (Hatta mevcut işleri zayıflamış olan TMSF'nin bu amaçla dönüştürülmesi de gündeme alınabilir).

Bütün dünyada ciddi ilgi konusu olan "ülke refah fonları"nın ve özellikle bunların Ortadoğu kaynaklı olanlarının cezbedilmesi için de mali sistemde yeni enstrümanlar geliştirmemiz gerektiğini bu vesile ile hatırlatalım. Yine krizden nispeten az etkilenecek PE (özel yatırım fonları) konusunda da özel odaklanma ihtiyacını vurgulayalım.

Mevzuatta yapılabilecek düzenlemeler

Bankacılık sisteminin sağlığı güvenceye alındıktan sonra reel ekonominin hayatiyetinin ve likidite hacminin desteklenmesi, büyümedeki azalış trendinin engellenmesi ve zaten yüksek olan işsizliğin daha da yükselmesinin önüne geçilmesi için tamamlayıcı bazı mevzuat düzenlemeleri düşünülebilir.

Bunlardan en fazla yankı yapan "Türkler'in yurtdışındaki varlıklarının yurda getirilmesi" konusuna geçen hafta değindik. Aslında buna "yurtiçindeki atıl varlıkların ekonomiye kazandırılması" da eklenebilir. Ancak, Batı'daki güven ortamının artık büyük ölçüde hükümetlerce tahkim edilmiş olmasından dolayı böyle bir girişimin gecikmiş olabileceği bir yana, sadece vergi riskini azaltmaya odaklanan düzenlemelerin çok daha fazla saik ile (para birimindeki volatilite dahil) yurtdışında tutulan varlıklar için kestirme çözümler üretmeyebileceği dikkate alınmalıdır. Ayrıca getirilen kaynakların yatırıma ve istihdama yönlendirilmesinde, sözgelişi şirketlere sermaye olarak konmasında, ya da hiç değilse asgari bir yıl yurtiçinde tutulmasının sağlanmasında yarar var. Kaldı ki gelebilecek paranın bir bölümünün zaten Batı'da kriz yükseldiğinde Türkiye'deki sisteme dönmüş olması da olasıdır.

Menkul kıymet vergilemesinde yabancıya ve yerliye farklı oranlarda uygulanan stopaj düzenlemesinde değişikliğe gidilmesi de gündemde. Öncelikle bütün dünyada hakim eğilimin, kamu hizmetlerinden yararlanan tam mükelleflere oranla bu hizmetlerden yararlanmayan dar mükelleflerin sermaye kazançlarının, özellikle alım satım yani değer artış kazançlarının daha düşük vergilenmesi olduğunun altını çizelim. Böyle olmakla birlikte kriz dönemlerinde mali sistemin güçlenmesi ve kamu borçlanmasının kolaylaşması için yerli tasarruf sahiplerine de belli bir süre ile (örneğin 2010'a kadar) sıfır vergileme düşünülebilir.

İşletmelerin mali bünyelerinin ve özellikle nakit varlıklarının güçlendirilmesi için hemen alınabilecek bir tedbir de, taşınmaz ve iştirak satış kazançlarındaki yüzde 75 düzeyindeki istisnanın yüzde 100'e çıkarılmasıdır.

Reel kesim işletmelerinin finans kurumlarıyla ilişkilerinde oluşabilecek güçlükler nedeniyle, ortaklarından veya diğer ilişkili taraflardan borçlanmalarını kolaylaştırmak için mevzuattaki örtülü sermaye kısıtlamalarının geçici süreyle azaltılması ya da, evvelce de yazdığımız gibi, başta yabancı sermayeli şirketler olmak üzere şirketlere elde ettikleri kârları yeniden yatırıma aktarmaları veya sermaye artırımına tahsis etmeleri halinde vergi avantajı sağlanması çarkların dönmesini kolaylaştıracaktır. Desteklenmeleri giderek özel önem kazanan ihracatçıların KDV iadelerinin hızlandırılması için de azami gayret sarfedilmelidir.

Tabii ki alınacak her tedbirin olumsuz sonuçlara yol açmaması, sözgelişi enflasyona azdırmaması ve mali disiplini radikal biçimde bozmaması gerekir. Batı'da artık mali disiplin ikinci plana düşmüş olabilir, çünkü orada yok olan güvenin tesisi ve dibe vurmuş varlık fiyatlarının normale döndürülmesi sorunu var. Bizde ise amaç, çarkların durmamasıdır; dolayısıyla kamunun yapacağı yardımların ve katlanacağı külfetin isabetli ve geri dönüşü olacak şekilde seçilmesi gerekir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019