Kriz eylem görev grubu...
En güçlü malî piyasaları bile yakıp yıkan küresel malî kriz, zihinlere "dehşet senaryoları" şırıngalıyor. Kaçınılmazdır: Yılda 400, 500 milyon dolar kişisel gelirli CEO'ların hükmettiği bir "vahşi" sistem, üzerine bina edildiği sanal kağıt" yığınlarının altında kaldı.
Sistem, gerçek "maddi" değeri 10 iken devlet destekli, siyasetçi ahmaklı, özerk kurum ihmalli, "bağımsız denetim" kaşkarikolu bir yapıda manipülasyona, spekülasyona bulanmış yalan dolan bilgilerle 100'e şişirdiği "sanal kağıt" yığınlarını, şimdi ne yapacağını bilemiyor.
IMF'nin şimdilik 1.4 trilyon dolarlık bir "çöküşten" söz ettiği, bizim "reel sektör kaptanlarının" da 100 yılın en büyüğü olarak algılayıp, acil tedbir istedikleri bu krizin zihinlere şırıngaladığı "dehşet senaryolarından" korkmamak da kolay değildir.
Sistemin "çürük" dokularından fışkıran berbat kokulu "iltihap" sıvıları sadece sistemin "hükümdarlarını" önüne katmakla kalmadı. O hükümdarların yapılandırdığı "piyasa" düzenine "biat" etmiş ya da "biattan" başka kendi yolunu çizememiş üretim ekonomilerini istisnasız tüm aktörleri, maddi ve sosyal unsurlarıyla birlikte kapsama alanına aldı.
Türkiye de krizin kapsama alanı içinde. Krizin ilk vurucu gücü "sınır kapılarımızdan" geçti; hem de "gümrüksüz" olarak! Malî ekonomi ilk darbeyi İstanbul Menkul Kıymetler Borsası üzerinden yedi. Artık, darbenin ağırlık merkezi üretim ekonomisine doğru kayıyor. Korku yayılıyor.
Teslim mi olacağız?
Evet, korku yayılıyor! Ekonominin üretim kanadındaki tedirginliğin telaşa dönüştüğü görülüyor. Ne var ki, sadece korkarak çözüm üretmek mümkün değil. Aksine, korkuyu halini "çözüm dinamiğine" dönüştürmek gerek. Başlama noktası bu olmalı.
Kaldı ki, muhteşem Türkçemiz'e ata yadigarı "korkunun ecele faydası yok" sözü ilk bakışta "uhrevi tevekkülü" çağrıştırsa da, böyle "dehşet" zamanlarına ancak "akıl taşında keskinleştirilmiş" cesaretle karşı konulabileceğini de anlatır.
İşte tam da bu nedenle, krizin görünür, görünmez, bilinir, bilinmez yıkıcı enerjisini kontrol altına alabilmek için, bu atasözünün "tevekküle" dayalı "nominal" değerini değil, "akıl taşında bilenmiş cesareti" özendiren "anlam" değerini yükseltmenin zamanıdır.
Elbette bu işlevi dünya borsalarıyla birlikte baş aşağı giden İMKB'den filan bekleyecek değiliz. Bu bir "moral" dinamiktir ki, ancak "ecele" karşı cesaret, "korkuya" karşı akıl, yönetim dağınıklığına karşı "genişletilmiş" örgütlenme becerisiyle harekete geçirilebilir.
Ortak karargâh gerek
Bugün küresel krizin Türkiye ayağını kim yönetiyor? Daha doğrusu, bir "kriz yönetimi" var mı? Kimileri için bu tür sorular anlam taşımayabilir. Ama, krizin yıkıcı enerjisi kendine özgü bir yönetim örgütlenmesini zorunlu kılıyor.
Hükümetten, ekonomi bürokrasisinden söz etmiyoruz. Bu kurumların krizi algılama, tedbir alma, çözüm geliştirme konusunda varlık nedenlerinin gerektirdiği çabayı gösterdikleri varsayılsa bile -ki, ekonomi kamuoyunda ciddi şüphe ve tereddütler var- yetersiz kaldıkları ortada. En azından, ekonomiye, iş dünyasına, millete "psikolojik direnç" aşılamayı bile başaramadılar.
Hükümetin ve resmi ekonomi yönetiminin bu yetersizliği kriz korkusunun bastırılmasını önlüyor. Çünkü, geleceğe dönük vaatlerin ötesinde ne yapıldığını kimse açıkça bilmiyor. Hükümet çevrelerince alındığı söylenen tedbirlerin hemen tamamı en azından orta vadede gerçekleşebilecek şeyler. O da, gerçekleştirilebilirse...
Oysa, bu kriz, resmi görüş ve mekanizmaların ötesinde "acil müdahale" unsurlarını gerektiriyor. Bugün durum sağlam görünse de, beklenmedik gelişmelere karşı üzerinde iyi çalışılmış, etkin bir "önleyici politika setini" hızla belirlemek şart.
Sonuç: Türkiye'nin bu krizden en az zararla çıkması için "önleyici politika setini" oluşturacak bir "kriz eylem görev grubu" oluşturulmalı. Hükümet ve ekonomi yönetimi bu grupla birlikte çalışmalı. Alınacak tedbirler, öncelikle kısa vadede olumlu etki yaratabilmeli ve kamuoyuna açıklanmalı. Grup nasıl mı oluşturulmalı? Özel sektörle, Türkiye'nin sesine kulak verilmeyen nitelikli uzmanlarıyla, akademisyenleriyle, bilge insanlarıyla... Hele bir seslenin, bakın nasıl koşarak gelecekler...