Kriz dünyada reel sektöre yayılıyor
Yaşanmakta olan global krizin etkileri mali sektörden reel sektöre kaymaya başladı. Daralmakta olan kredi imkanları, değeri devamlı düşen menkul ve gayrimenkul yatırımları ve hanehalkının yüksek olan kredi borçluluğu öncelikli olarak ABD, daha sonra da başta İngiltere olmak üzere diğer gelişmiş ülkeleri ciddi şekilde etkiliyor. Bu noktada gelişmekte olan ülkelerle ilgili ayrışma (decoupling) tezi de geçerliliğini yitirmeye başladı. Esasen, ayrışma olacağını düşünenler, 1) krizin boyutunun bu derece artacağını, 2) tüketici talebinin bu derece düşeceğini, 3) ABD yöneticilerinin krizi kontrol altına almakta bu kadar başarısız olacaklarını, 4) dolar likiditesi ihtiyacı nedeniyle gelişmiş ülke finans kuruluşlarının gelişmekte olan ülkelere bu derecede bir satış baskısı yapacaklarını, 5) İhracatlarındaki daralmanın gelişmekte olan ülkelerin büyümesi üzerinde bu denli etkili olabileceğini hesaplamamışlardı.
Krizin boyutu ile ilgili tahminler her geçen gün daha kötümserleşiyor. IMF geçen hafta dünya 2009 büyüme tahminlerini %3'den %2.2'ye düşürdü. IMF'ye göre gelişmiş ülkeler önümüzdeki sene %0.8'lik bir ekonomik daralma yaşayacaklar. Gelişmekte olan ülkeler ise %5.1 büyüyecekler. (Şahsen ben gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızının daha da gerilemesini bekliyorum.) Finans kuruluşları ise genel olarak daha karamsar. Örneğin, Morgan Stanley önümüzdeki sene küresel büyümenin %1.7'e kadar gerileyeceğini düşünüyor. Nouriel Roubini, ya da nam-ı diğer Dr. Doom'a göre ise ABD toplamda %4'lük bir küçülme ile karşı karşıya. Bunun ötesinde, krizin orta vadeli (18-24 ay) bir U formasyonundan uzun süreli bir L formasyonuna geçme riskinin her geçen gün artmakta olduğunu iddia ediyor Roubini.
Krizin uzaması ve derinleşmesinin hiç şüphesiz önemli sebeplerinden biri ABD'li kamu yöneticilerinin kifayetsizliği oldu. Mutlaka ki, Bush idaresi altında ehil bir yönetici aramak biraz fazla iyimser bir bakış açısı olurdu. Hadi Bernanke'nin krizi göremeyerek iş başına geldiği ilk dönemde faizleri artırmaya devam etmesini bir kenara bırakalım. Ancak, Goldman Sachs'in eski tepe yöneticisi ve ABD Hazine Bakanı Paulson'un hata üstüne hata yapması affedilebilir gibi değil doğrusu. Paulson'un hataları arasında Bear Stearns'ü batırmasının hemen akabinde diğer yatırım bankalarına yardım yapmak, söz konusu bankanın hâlâ içinde ne olduğu bilinmeyen 29 milyar dolarlık portföyünü devralarak şeffaflıktan uzaklaşma sinyalleri vermek, Lehman bankasını batırarak eşzamanlı olarak yatırım fonları ve finansman bonosu piyasalarını, ve hedge fonları ve menkul değer aracılığını da darboğaza sürüklemek, 700 milyar dolarlık toksik varlık satın alma programı TARP'ı doğru dürüst bir yapı tasarlamadan Meclisten geçirmek, sonrasında TARP'ın kullanım amacını tamamen değiştirerek finans kuruluşlarının zayıflayan sermayelerine iştirak için kullanmaya niyetlenmek sayılabilir. Paulson kendisini "piyasa şartları değiştiği için ben de planları değiştirmek zorunda kalıyorum" şeklinde savunuyor. Ancak, bu yaklaşım köklü, radikal ve iddialı bir program kurgulayarak piyasanın önüne geçmesini ve olayların gidişatına yön vermesini de engelliyor. Kısacası kendisi piyasanın esiri oldu.
Reel sektördeki daralma ile birlikte dünyada ciddi bir res-deflasyon (daralma ile birlikte fiyat genel seviyesinin gerilemesi) riski de belirdi. Deflasyon, enflasyon kadar, hatta belki de ondan fazla çekinilmesi gereken bir olgu. Deflasyonist bir ortamda faizleri ne kadar düşürürseniz düşürün, gene de reel bazda yüksek kalmaya devam ediyorlar ve ister istemez tüketicileri harcamamaya teşvik eden bir durum oluşuyor. Japonya'nın 15 senedir yaşadıkları buna benzer bir durumdu. Para politikasının tamemen etkisizleştiği likidite kapanı denilen bu durumdan kurtulmak için ABD'nin maliye politikasını aşırı bir şekilde gevşetmekten ve dünyada dolara olan talebin devam etmesi için dua etmekten başka bir şansı yok doğrusu. Senelerdir ikiz açıklar denilen ve bugünkü kriz balonunu yaratan cari açık ve bütçe açığı ile yaşayan ABD'nin ne kadar yanlış gibi gözükse de, bugün için bu iktisadi yapıyı sürdürmeye devam etmek dışında bir seçeneği de yok. Tek şansı da doların Dünya'nın birincil rezerv parası olarak kabul görmeye devam etmesi. Ancak, her ne kadar hâlâ Dünya ülkelerinin rezervleri ağırlıklı olarak dolarda dursa da, açıkçası bu durumun bir garantisi de yok. Son dönemde doların diğer paralar karşısında güçlenmesine bakarak bu durumun dolara olan teveccühden kaynaklandığını düşünmek ise yanlış olur. Şu anda dolar teknik sebeplerden güçlü duruyor. Orta vadede ciddi şekilde değer kaybetmesi oldukça yüksek bir olasılık.