Kritik 15 aya girerken

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Geçenlerde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın da açıkladığı gibi önümüzdeki 15 ay, yani kabaca 2013 yılı yaz sonuna kadar olan süre Türkiye için hayati önem kazandı. Enflasyonun ve cari açığın kontrol altında tutulması, aksi takdirde, ancak düşük büyüme sayesinde mümkün olacak ki 2013 sonunda girilecek seçim konjonktüründe böyle bir durumu önlemek için hata yapma riski başımıza çorap örebilir. Son iki yılda borçlanarak sağlanan canlı iç talep, küresel konjonktürün durgunlaştığı bir aşamada, Türkiye'yi parlayan ülkelerden biri yaptı ama bunun sürdürülebilir olmadığını kendimiz de görüp yavaşlama sürecini başlattık. Şimdi hem döviz krizinden ve yüksek enflasyondan kaçınmak, hem de büyümeden mümkün olduğu kadar az fedakarlık etmek için kuyumcu hassaslığında yönetim becerisi göstermek zorundayız. Bu arada 2007'den beri kaybolan hevesimizi canlandırıp yapısal reformları hızlandırmamız ve kafa bulanıklığını aşmamız şart.

Hedeflerin içini doldurmak

Artan bölgesel güvenlik risklerinin Türkiye'nin yatırım yeri olarak potansiyelini olumsuz etkileyebileceği de ortada. Cari açıkta ve büyümede düşüşün vergi gelirlerini azaltarak bütçe dengesini bozması ihtimali ise, vergi dışı gelirde sıçrama ya da kamu harcamalarında fren gerektirebilir. Avrupa'daki krizin diğer pazarları da etkilemeye başlaması, ihracattaki performans artışını da zorlaştırıyor. Petrol fiyatlarındaki düşüşün ne kadar kalıcı olacağı ise soru işareti.

Böyle bir ortamda yönetim kadrolarının basiretli ve vizyoner olmaları, bir de sorunlara stratejik yaklaşım göstermeleri her şeyden önemli. Türkiye, bu açıdan da avantajlı: On yıldır iktidarda olan deneyimli kadroları ve şimdilik bozulacak gibi durmayan bir siyasal istikrarı var. Üstelik son yıllarda orta ve uzun vadeli vizyon içeren planlar ve stratejiler gündemde. Ne var ki yıllardır üzerinde durduğumuz yapısal zaaflar devam ettikçe, bunların içinin doldurulması ve hayata geçirilmesi mümkün olmuyor. Şirket ölçeklerinden işgücü verimliliğine, istihdam maliyetinden kayıtdışına, gelir vergisi reformundan eğitim kalitesine o cephede fazla bir gelişme yok. Dahası, doğal kaynak zengini olmadığımız gibi, mesafeyi kısaltmayı sağlayacak teknolojik devrimin ön saflarında da değiliz.

Gayrimenkul abartılmamalı

Hal böyleyken toplumun odaklandığı, övünç vesilesi olarak gördüğü konulara baktığımızda pek de bu yapısal gelişmenin izlerini bulamıyoruz. Sözgelişi her gün yığınla reklamını ve haberini gördüğümüz gayrimenkul sektörünü ele alalım. Kuşkusuz bu sektörün canlı olması iyidir ama tek başına ekonominin iyiye gittiği anlamına gelmez. Yani ekonominin sağlığını belirleyen temel faktörlerden biri değil, ancak bu faktörler nedeniyle oluşmuş bir dinamizm var ise bunun belirtilerinden biri olabilecek bir göstergedir. Bugün büyük sıkıntıda olan Güney Avrupa ülkeleri geçmişte gayrimenkulde rekor kaynak girişleri sağlamışlardı ama üretim kapasitesi ve yapısal direnç yönünden bunun pek yararı olmadı; unutmayalım.

Kuşkusuz, atıl kaynakların mobilizasyonu ve servetin sermayeye dönüştürülmesi anlamında stratejik bir dönüşüm konusu olursa gayrimenkul varlığının da yapısal bir gelişmeye yardımcı olması, kurumsal ve küresel kaynakların çekilmesini sağlaması mümkündür. Ancak bizdeki durum, işin servet ve rant tarafına yoğunlaşmış görünüyor. Gayrimenkul servetini önce gayrimenkul sermayesine, onu da üretim sermayesine dönüştüren bir süreci özendirecek stratejik plan tasarımı ortada yok. Her şey, risk yönetimini bile ne kadar yaptıkları tartışmalı inşaat firmalarının vizyonuna bırakılmış gibi. Bu arada dünyada birinci lige yükselişe dair başarı hikayelerinin hiçbirinin gayrimenkul yatırımına dayanmadığına, bir şehir devleti boyundaki Dubai'nin bile ne kadar kolay çökebildiğini unutmayalım.

Teşvikte söylem ve uygulama

Türkiye'nin sistemli ve kurumsal altyapı geliştirme çabasının en önemli örnekleri sayılan serbest bölge ve ondan da eski organize sanayi bölgesi uygulamalarının da sınırlı etkinlik düzeyinde kaldığı ve arzulanan sonuçları üretmediği malum. Farklı devlet kurumlarının eylem ve politikalarında dahi eşgüdüm sağlanamaması, üstelik popülist bir rekabetle bu bölgelerin sayısının gereksiz ölçüde arttırılması başarı oranının çok düşük kalmasına yol açmış.

Şimdi de büyük umutlarla yürürlüğe konulan yeni teşvik sisteminin uygulaması bekleniyor. Uygulama henüz netleşmeden çıkarılan bir yasa ile finansman giderlerinin yüzde 10'unun, üstelik geçmişte olduğu gibi yüksek enflasyon da yokken, gider yazılamayacağı öngörüldüğü bir yana, cari açığın azaltılması ve stratejik yatırımların niteliği konusunda yeni rejimin adeta "ses var görüntü yok" sonucu vereceği kaygıları artıyor. Teşvikle kurulacak olanlar dahil mevcut sanayiinin enerji maliyetinin nasıl düşürüleceği de anlaşılmıyor. Yerli katma değeri, ölçeği ve rekabetçiliği arttırma hedefinin mi, ayakta durmakta zorlanan işletmelere yardımcı olma çabasının mı ağırlık kazanacağı tartışmalı.
Söylemler kadar eylemler de iddialı olmalı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019