Kredili kartlarla tüketebilmek
Geçen haftayı kredi kartlarımızla kaç taksit yapılabileceği tartışmalarıyla bitirdik. Üzerinde konuşulacak, tartışılacak çok şey var aslında ama burada bu konuya çok fazla değinmeyeceğim. Değinmeyeceğim çünkü biz zaten kredi kartını hiçbir zaman bir ödeme aracı olarak kullanmadık. Bizim için kredi kartı her zaman bir kredilendirme mekanizmasını temsil etti. İşin ilginç tarafı ekonominin gidişatına göre kredi kartlarını bir o tarafa bir bu tarafa çekmeye çalıştık. Çoğumuz hatırlarız herhalde 2000’li yılların başında birisinin çıkıp simitçinin cebinde bile kredi kartı var dediğini. 30 yıllık enflasyon cenderesi altında yaşayan ve doğal olarak tüketimini hep erteleyen ve baskılayan bir toplumun tüketim canavarına dönüştüğü, tüketimi nasıl kısabiliriz diye bakındığımız günlerdi o dönem. Bugün ekonomiyi canlandırabilmek için yine kredi kartı mekanizmasıyla oynuyoruz. Makro açıdan bakıldığında kendi içinde rasyonel olan bu uygulamanın bireysel açıdan da ele alınması lazım. Tüketiciye cebinde olmayanı harcamasını söylüyoruz. İktisat derslerinde hocalarımızın bize ezberlettiği gibi insan rasyonel olabilse aslında sorun olmayacak belki de. Ama kim rasyonel olmak ister ki zaten.
Hiçbirimiz yeterince rasyonel olmadığımız için belki de harcamalarımızı artıracak, bize tanınan sınırlar içinde ve hatta bu sınırları yeni mekanizmalarla da esneterek daha fazla harcama yapmaya devam edeceğiz. Sorun belki de daha fazla para harcamakta değil. Daha önemli sorun parayı gerçekten doğru yerlere harcayıp harcamadığımızdır.
Mart ayında Forbes’da çıkan bir yazı (ki bu yazı da The Journal of Positive Psychology dergisinde yer alan “The Hidden Cost of Value Seeking” makalesine dayanmaktadır) harcamanın sonunda mutlu olabilmek için materyallere değil deneyimlere para harcamanın daha fazla mutluluk sağlayacağını ileri sürmektedir. Mallara, maddeye yapılan harcamaların sağladığı mutluluk ve tatmin duygusu çok kısa sürede tükenirken, deneyimlere para harcadığınız zaman yarattığınız anılar çok daha uzun süre sizinle kalacağı için daha uzun süre mutluluk sağlayacaktır diye özetleyebiliriz bu iddiayı.
Benim asıl ilgilendiğim ise satın alma kararlarımızda ne kadar rasyonel olabildiğimiz. Yani satın almaya karar verdiğimiz ürün(mal veya deneyim olsun) ihtiyacımızı tatmin etmeye ne kadar uygun? İhtiyacımızı tatmin edecek özelliklere sahip en doğru ürünü seçebildik mi?
Düne kadar bu soruya vereceğim cevap bugünkünden farklı. Bu farkı yaratan ise İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi pazarlama öğretim üyeleri Prof. Dr. Ercan Gegez ve Yrd. Doç. Dr. Yener Girişken ile nöro pazarlama konusunda yaptığım sohbet ve Yener Girişken’in nöro pazarlama laboratuvarında gördüğüm uygulamalar. Çok ilgilimi çeken bu konu hakkında biraz daha okuyup bilgi sahibi olunca daha detaylı değineceğim ama şimdilik sadece şunu söylemek isterim, biz karar verdiğimizi düşünürken bile onlar bizim adımıza kararımızı şekillendiriyorlar.
Sohbetin bir diğer konusu ise bu ikilinin başını çektiği “MBA+” isimli yüksek lisans programıydı. Kemerburgaz Üniversitesi çatısı altında, şimdiye kadar bir benzeri olmayan, öğrencinin pazarlamayı deneyimleyerek öğrenmesini sağlayacak, bazı derslerini basket maçında, bazı derslerini pazarlama laboratuvarında yapacakları bu programda dersleri özel öğrenci olarak takip etmek için heyecanla beklediğimi belirtmem lazım. Bir zamanlar bir çorap markasının reklamı vardı hatırlarsınız. Eskilerini atın diye; yükseköğretimde yenilikçiliğin temsili olacak bu yüksek lisans programı da sanırım aynı sloganı yaşatacak bize.