Kredi piyasaları da bu sene büyümede yavaşlamaya işaret ediyor
GÜNDEM / Tuğrul Belli [email protected] Bir ekonominin büyüme hızıyla finansal kesimin kullandırdığı kredilerdeki artış hızı arasında haliyle birebir ilişki vardır. Türkiye'nin 2001 sonrasındaki yüksek oranlı büyüme performansında da kullandırılan banka kredilerindeki yüksek oranlı artışın önemli bir payı olduğu unutulmamalıdır. Kredi kullanımını tüketiciler ve reel sektör olarak ikiye ayırırsak, tüketici kesimin kredi kullanımı kısa vadeli faiz hadleri ve tüketici güvenine, reel sektörün kredi kullanımı ise iç ve dış piyasalardaki talep beklentilerine göre şekillendiği söylenebilir. 2006 ortasında MB'nin gecelik faizleri anormal bir şekilde artırması, tüketici kredilerindeki artış trendini bir süre için durdurmuş ise de, bu kalemde daha sonra tekrar bir hareketlenme gözlenmektedir. Orta vadede ise tüketici kredilerindeki artışı bankaların TL pasif yaratma potansiyeli belirleyecektir. Rekabet içerisinde, bir bankanın diğer bankalardan mevduat çalarak TL pasif yaratması mümkünse de, sistemin tümüne baktığımızda TL yaratma potansiyelinin para politikasındaki gevşemeye ve/veya yabancıların TL tutma iştahına bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu sene özellikle ikinci noktada fazla umutlu olmayı gerektirecek bir durum olmadığı ortadadır. Öte yandan, emtia fiyatlarındaki olumsuz gelişmeler ve MB'nin ihtiyatlı tutumu da para politikasında ciddi bir gevşeme olmayacağı sinyalini vermektedir. Reel sektörün gittikçe daha ağırlıklı olarak döviz üzerinden ve yurtdışından kullanmaya başladığı kredilerin arzı ise global piyasalardaki gelişmelere doğrudan bağlıdır. Tasarruf oranı ve de miktarı oldukça düşük olan Türkiye'nin büyüme performansını sürdürebilmesi için mutlak surette her sene artan miktarda net yabancı kaynak girişine ihtiyacı vardır. Nitekim, büyüme oranının geçmiş dönemlere göre hız kazandığı son 5 yılda özel kesimin yurtdışına olan borçları yüksek oranda artmış bulunmaktadır. 2007'nin 3. çeyreğini kapsayan en son resmi verilere göre özel sektörün toplam dış borç miktarı 147.5 milyar dolardır. Sene sonunda bu rakamın 150 milyar doların üzerine çıkmış olması kuvvetle muhtemeldir. Özel sektörün dış borçlanmasında son yıllarda iki trend göze çarpmaktadır. Birincisi borçlanmada finans kesimiyle finans-dışı kesim arasındaki makasın açılmakta olmasıdır. 2005 sonunda finans kesimi 32 milyar dolar, finans dışı kesim ise 51 milyar dolar borçluyken 2007'nin 3. çeyreğinde net borç stoğu miktarları sırasıyla 51 milyar dolar ve 97 milyar dolar olmuştur. Gözlenen ikinci trend ise toplam borçlanma içinde uzun vadeli borçlanmaların ağırlığının artmakta olmasıdır. 2005 sonunda kısa vadeli borçların toplam borçlara oranı %22 iken, 2007 3. çeyreğinde bu oran %17 olmuştur. Ancak toplam borç miktarının artmakta olmasından dolayı senelik borç servisi (ana para artı faiz borç geri ödemesi) miktarında bir azalma söz konusu olamamaktadır. 2008'de sadece özel sektörün geri ödemesi gereken borç miktarı 31.6 milyar dolar uzun vadeli borç, 36.3 milyar dolar kısa vadeli borç ve 5.3 milyar dolar faiz olarak hesaplanmaktadır. Unutmayalım ki, herşeyin düzgün yürümesi için Türkiye ekonomisinin en az bu kadar bir finansmanı döndürmesi dışında cari açığı kadar da ek bir döviz girişi yaratması lazımdır. Her ne kadar, bugün itibarıyle 70 milyar doları geçmiş olan MB rezervlerini kısmen kullanarak, bu ihtiyaç daha aşağıya çekilebilirse de fiiliyatta böyle bir strateji izlemek imkansızdır. Devamlı yeni rezerv rekorları kıran diğer gelişmekte olan ülkeler karşısında Türkiye'nin rezervlerini azaltmakta olması küresel sermaye piyasaları tarafından hiç ama hiç iyi bir sinyal olarak algılanmayacaktır. 2008 performansımızı ciddi şekilde etkileyecek olan bir başka olgu da, maliye politikasının sıkı tutulma gereğinin devam ediyor olmasıdır. Maalesef, bugünkü global konjonktürde sıkı maliye politikasından ödün vermemiz söz konusu değildir. Maliye politikasında bir gevşeme ancak para politikasının daha da sıkılaştırılması ile mümkün olabilir ki böyle bir politika zaten uzun süredir olan aşırı sıkı götürülmekte para politikasının kurlar ve reel kesim üzerinde yaratmış olduğu tahribatı daha da derinleştirmekten öte bir fayda sağlamayacaktır. Zaten Türkiye gibi ekonomilerde olası durgunluğa karşı devlet harcamalarını ve dolayısıyla bütçe açığını artırıcı (ve derin olmayan piyasaları sıkıştırarak (crowding out), orta-uzun vadeli faizlerin yüksek kalmasına sebep veren) Keynezyen tedbirler yerine para politikasında kontrollü gevşemeler sağlamak ekonominin dengeleri açısından her zaman daha iyi sonuç vermektedir. Ancak, yukarıda da bahsettiğim gibi, devam eden enflasyonist baskılar nedeniyle buradaki imkanlar da son derece sınırlıdır. Özetle, global ekonomilerde ABD kaynaklı bir durgunluk yaşanmasının kesinleşmiş olduğu 2008 senesinde Türkiye ekonomisinin kredi piyasalarında istediği genişlemeyi yaratabilmesi ve de büyüme hızını %3'lerin üzerine çıkarması şimdiden imkansız gözükmektedir.