Kredi mekanizmasi çalışmıyor ve ekonomi boğuluyor!
Ekonomimiz üzerinde kara bulutların yoğunlaşmaya devam ettiği bir süreçten geçiyoruz. Kredi mekanizması çalışmıyor, kaynak sıkıntısı büyümeyi sürdürüyor; nakit akım sorunları bulaşıcı hastalık gibi aşırı borçlu işkollarından diğerlerine doğru yayılıyor. Başka bir deyişle ekonomi nefes almakta çok daha fazla zorlanıyor; öncelikle döviz kuru ve maliyet kökenli enflasyon baskılarını geriletmeye çalışmak çabası, bu sorunları hem ağırlaştırıyor ve hem de güvensizliği besliyor.
Konkordato taleplerine veya iflas erteleme başvurularına her gün yenileri ekleniyor.
Profesyonelce yönetilen ve daha sağlıklı olduğu varsayılan kurumlar bile bu olumsuz eğilimlerin kıskacından kurtulamıyor.
YEP, olumsuz eğilimleri geriletemedi
Para otoritesinin sert bir şekilde faiz yükselterek politikasını sıkılaştırmasının ve geçen hafta ikinci yarısında açıklanan Yeni Ekonomi Programının, şimdilik girişte özetlediğimiz olumuz eğilimleri geriletemediği ve ağırlaşmasını önleyemediği gözleniyor. Sisteme giriş yapması umulan, yabancı kaynak veya yastık altından girişlerin çok yetersiz kalması bu sonuçta belirleyici oluyor. Gerek giderek olumsuzlaşan küresel koşullar ve gerek ise gerilemesi sağlanamayan güvensizlik, yeterince gerçekçi olamayan hesapların çarşıya uymasına izin vermiyor.
Dereyi görmeden paçayı sıvayan finansal piyasaların, yapaylığı sırıtan risk alma daveti yanıt bulamıyor! Söz konusu eğilimlerin ima ettiği beklenti seti ile ekonomi genelinde fiilen yaşanmakta olanlar uyuşmuyor ve zıt yönlerde ilerleyerek birbirlerinden uzaklaşmayı sürdürüyor.
Bu durum belirsizliği olağandışı seviyelere sıçratırken kırılganlık algılarının gerilemesine izin vermiyor. Tüm olanaklar zorlanarak acil kaynak bulma çabaları zorlanırken, umulanın gerçekleşmemesi durumunda nelerin yaşanabileceğini kimse düşünmek bile istemiyor!
Benzer durumları daha önce birkaç kez yaşamıştık! 1994 yılının ilk yarısında, mevduata sınırsız devlet güvencesi verilmesi ve süper faizli bonolar sayesinde yastık altından sisteme giriş yapan kaynaklar sayesinde daha kötüye gitmekten kurtulmuştuk. Fakat 2000 Kasım ayı ile 2001 Şubatı arasındaki dönemde bir önceki kadar şanslı olamadık; döviz kurunu dalgalanmaya bırakıp karşılıksız para basarak seri iflasların büyümesini önlemeye çalıştık; dışarıdan ve yastık altından yeterli kaynak girişi mümkün olamamıştı. 2008 yılındaki küresel kriz sırasında ise para ve maliye politikalarını gevşeterek kısa vadede gelişmelerin kontrolden çıkmasını önlemeye çalışmıştık. Bu seçeneklerden hiçbiri, faydasından çok daha büyük yan tesir riski barındırdığı için bugünkü ihtiyaçlarımızı karşılayamıyor!
Büyük bir açmazla karşı karşıyayız
Oldukça ciddi bir açmaz ile karşı karşıyayız! Boşa koysak dolmuyor, doluya koysak almıyor! Döviz kuru ve maliyet kökenli enflasyon baskılarındaki eğilimleri geriletmeye çalıştığımızda, umulan kaynak girişi gerçekleşmediği için ekonomi nefes almakta çok zorlanıyor ve beklentiler düzelmiyor. Veya söz konusu politikaları gevşetmek zorunda kalır isek, döviz kuru ve buna bağlı enflasyon baskılarının yeni rekorlara yelken açarak çok daha ciddi istikrarsızlıklara sebep olabileceğini biliyoruz. Piyasa kuralları içinde kalmak kaydıyla, faydası büyük ve yan tesiri nispeten düşük üçüncü bir seçenek yaratamıyoruz.
Bu yazıda kısmen özetlemeye çalıştığımız açmaz, öncelikle kaynak girişindeki olası sorunların mercek altına alınmasına sebep oluyor. Bankacılık sektörüne ilişkin stres testinin bu sebeple gündeme geldiğini gözlemliyoruz. Bugüne kadar olduğu gibi sorun yok veya var ama önemsiz desek olmuyor! Sorun var ve acilen çözülmesi gerekiyor desek, gerekli kaynağı nereden bulacağımızı bilemiyoruz ve kredi mekanizmasındaki tıkanıklığı aşamayacağımızı itiraf etmiş oluyoruz! Kısa vadeli beklentiler aracılığıyla, günü kurtarmak adına borçlanmada aşırılık sınırlarını fazlası ile zorlayarak çaresizliği beslemiş olduğumuzu ise kabul edemiyoruz! Siyasi tavizler bile bu açmazdan çıkışa yardım edemeyecek gibi görünüyor!
Yeterli ve gerekli kaynak girişinin olmaması durumunda, mevcut politika tercihleri tümü ile anlamını yitirir; bu yanlışta ısrar gelişmelerin iyice kontrol dışına çıkmasına ve istikrarsızlıkların büyümesine sebep olabilir. Söylemden çok eyleme bakılıyor olması, bu olasılığı güçlendiriyor!