Kozmetik araçlar asıl sorunu çözmez
Yeni yıla yakın geçmişten sarkan sorunlar ile girdi ve ne yazık ki çözüm yolları ile ilgili ışıklar fazla pırıltılı değil. Gerçekten de finans krizinin hasarı yeni yeni atlatılırken, bir yandan küresel ekonominin arttırdığı gelir eşitsizliklerinin de etkisiyle kitlelerin çare olarak korumacı yönetimleri tercih etmeye başlaması, öte yandan düşük gelirli ülkelerde sosyal patlamaların ve kitlesel göçlerin ortaya çıkması sistem ile ilgili temel bir darboğazın oluştuğuna işaret. Üstelik hızlanan dijital devrimin verimlilik artışıyla enflasyon ve faizi bastırarak herkes için iyi bir hayat yaratacağına değil, aksine servet ve gelir dağılımını düşük eğitimli ve görece yoksul kesimlerin aleyhine değiştirerek durumu daha da kötüleştireceğine inanç yaygınlaşıyor. Bizim gibi yüksek borç yükü ve kısa vade baskısı altında bulunan ekonomilerde ise dijital teknolojilere ve bilgi girişimciliğine uyum göstermek, kaynak ve zaman ayırmak güç. İşin kötüsü, ABD bile kendini tehdit altında hissederek agresif politikalara yöneliyor ve korumacılık, küresel ticaret hacminde daralma ve varlık fiyatlarında düşme risklerini körüklüyor. Türkiye ise dış ilişkilerinin gerginleştiği bir aşamada, AB fonlarında kısıntı ve ABD ihracatında tarife dışı engeller gibi sorunlarla da baş etmek zorunda kalıyor. Cumhuriyet ile hedeflediğimiz “muasır medeniyet seviyesi”nden, hızla değişen küresel resimde kendimizi konumlandıramazsak, daha da uzaklaşacak gibiyiz..
İddiamız göründüğünden farklı mı?
Ekonomiyi, yapısal zafiyetleri arttırmak pahasına, protein ile değil karbonhidrat ile büyüten bir model ile canlı tutmak, hep söylüyoruz, bugünü kurtarıyor ama geleceği değil. Aksine borçlanmayı ve tasarruf açığını arttırıyor. Gündemin arka sıralarına itilmiş olsa da yatırımları ve üretimin niteliğini arttırma yönünde sürekli açıklanan teşviklerin ise bir paradigma değişikliğine ve teknolojik yenilenmeye değil mevcut yapıyı sorunlarıyla sürdürmeye yönelik kozmetik tedbirlere odaklandığı, ama yatırımcı güveni ile ilgili eksiklikler yüzünden bu amacına da varamadığı görülüyor. Sözgelişi 2016 sonlarında büyük umutlarla açıklanan ve en azından bir değişimi hedeflediği için sıradışı olan Cazibe Merkezleri Programı da uygulama aşamasında uğradığı revizyonlar ve ortaya çıkan belirsizlikler nedeniyle beklentileri karşılamaktan çok uzak kaldı. Ayrıca turizmde ortaya çıkan büyük kayıp, yeni bir dış politika krizi şoku olmazsa, iki yılın ardından ancak bu yıl giderilebilecek. İhracatta ise büyük çabalarla sağlanan artışlar, hem ithalat artışının gerisinde kalıyor, hem de teknoloji düzeyi ve kilogram fiyatı yönünden bir gelişme yansıtmıyor. Buna karşılık kamu ve özel kesim temsilcileri, gelişmiş ülkelerde canlanan büyümenin verdiği iyimserliğe paralel, 2018 için kaynak sorununun olmayacağı ve canlılığın süreceği beklentisinde. Ancak bizim de korktuğumuz o zaten: Vade ufkumuzun kısalması ve kaderimizin dış finansmana fazla bağlı olması. Gelişmiş ülkelerden farklı onca sorunumuzu gözardı eder görünmemiz.
Aslında kaygı duyduğum şey, kendimiz ile ilgili yeni konumlandırma fikrimizin, örtülü olarak, şekillenmiş olma ihtimali. Yani hep zorluk çektiğimiz “üretim yapımızı, zihniyet kodlarımızı, eğitim sistemimizi dönüştürme” iddiasından vazgeçip küresel konjonktürün sağlayacağı fırsatlarla ayakta duran, jeopolitik avantajına yani arazi değerine ve genç nüfusuna yaslanarak gelişmiş sayılabilecek özel kesimiyle, değişim külfetine katlanmadan, orta gelir tuzağını aşmaya değil, ama “orta gelirli ülke” konumunu sürdürmeye odaklanmak. Doğrusu AB ile yeniden başlayan ve ekonomi ile sınırlı diyalogumuzun da, ABD, Rusya gibi güç odaklarıyla ilişkilerimizin de, içeride kamu ve özel kesim sözcülerinin açıklamalarının da ima ettiği anlam bu. Edilgen ve dışa bağımlı bir yapıyla böyle bir hedefe varmanın ne derece gerçekçi olacağı bir yana, en azından söylemlerimizi buna uydursak da öyle tartışsak daha iyi olacak.
Asıl fırsatları ıskalıyoruz
Oysa içinde bulunduğumuz bilişim çağında sadece eğitim alanında kararlı ve stratejik bir dönüşüm programıyla elde edebileceğimiz çok şey var. Sermayenin ve doğal kaynakların
önemini yitirdiği yeni teknolojiler, sadece bilgi ile geleneksel sanayi devlerinin üzerinde bir değerin birkaç yılda yaratılmasını olanaklı kılıyor. Geçenlerde ülkemize gelen ve devletin en üst düzeyiyle de görüşen Elon Musk’ın e- ticaret ve risk sermayesi ile sıfırdan yarattığı Paypal ve Tesla sadece iki örnek. Ancak medyada yaratılan haber kalabalığına rağmen ülkemizin teknoloji girişimciliğinde çok geride kaldığı, öncü ülkelerden İsrail’de 313, ABD’de 231, İsveç’te 160 ve Finlandiya’da 59 euro olan kişi başı tekno girişimcilik yatırımlarının bizde ancak 0.4 euro olduğu, bunu destekleyecek bir ekosistem bulunmadığı açık.
Avrupalı üst düzey bir bankacının, Unicredit’ten Demichelis’in söylediği gibi yüksek borçlu bir ülkenin sadece inşaata ve ihracatta da tekstile dayanması sorun yaratır. Borç vadesini uzatmak içinse ülke imajını güçlendirmek gerekir. Doğru söze ne eklenir? Ülkenin kozmetik teşviklerden ya da tek hesap gibi kaynak sıkıntısı sinyali veren denemelerden daha çok bir rota değişikliğine ihtiyacı var.