Kötümser bir senaryo
Bu hafta size performans değerlendirmesiyle ilgili bir sohbet vadetmiştim. Oturup yazıyı yazdım da. Son dakikada fikrimi çeldiler. Değer verdiğim bir kaç dostum seçim ekonomisi başladı şimdi sırası mı? Performans değerlendirmesi diyerek eleştirdiler. El alem seçim ekonomisinin geçim ekonomisine etkisini yazarken sen neyle uğraşıyorsun. Sen de yaz diye de teşvik ettiler. Ben bu konularda artık yazmayacağım diye direttim.
Dünya ekonomisi krizden çıkamayacak. Kriz azalarak da olsa 2020'lere kadar tüm sektörleri olumsuz etkileyecek. Bazıları bunu ulusal ve uluslararası mali sektörün gereksindiği reformların yapılmaması sonucu olarak gördüğünden bankalar üzerindeki baskılar devam edecek ve global bir mali kaynak, özellikle bir likit krizi doğacak. Yatırımlar, ticaret hacmi ve emtia fiyatları ya düşecek ya da durağan kalacak. Bazıları yaşanan krizin mali değil yapısal olduğunu ileri sürecekler ve özellikle ulusal ekonomilerde kemer sıkma politikaları, ikili anlaşmalar, bölgesel işbirlikleri ve korumacı düzenlemeler gündeme gelecek. Ekonomileri zayıf ülkeler bölgesellik ve korumacılık yolu ile kendilerini korumaya çalışırlarken, ekonomileri güçlü ülkeler kalkınmakta olan ülkeleri destekleme politikalarından vazgeçecekler. Hükümetlerin ekonomik sıkıntılarla baş edeceklerine dair kamu güveni yok olacak bunun sonucu sosyal ve siyasi patlamalar görülecek. Aynı nedenden nakit paraya güven artacak, bu durum bankacılık sektörüne gerekli kaynak yaratmasına rağmen kaynağı aktaracak yer bulamayan sektör, borçlanmayı hızlandırmak için tedbirler alacak. Bu borçlanma piyasaları rahatlatmak ve canlandırmak konularında kısa dönemde etkili gözükmesine karşın orta ve uzun dönemde daha ciddi sorunlara yol açacak.
Temel kaynak kıtlıkları ciddi uluslararası sorunlar yaratacak. Enerji kaynakları sıkıntılarına ve kimin nerede ne araştırabileceğine ilişkin uluslararası sürtüşmelere su kavgaları da eklenecek. Küçük ülkeler arasındaki ufak tefek çatışmalara süper güçler fiilen katılmayacaklar ama taraf tutacaklar. Kalkınmış ülkeler, bu çatışmalar kendi menfaatlerine dokunmadığı sürece müdahale etmeyecekler. Su sıkıntısı ve global ısınma sonucu ortaya çıkan iklim değişiklikleri gıda üretimini olumsuz etkileyecek. Bunun sonucu gıda fiyatları ya artacak ya da yukarı aşağı ciddi dalgalanmalara uğrayacak, gıda ihracatına kısıtlamalar gelecek, bazı ülkelerde açlık ciddi boyutlara ulaşacak. Gıda ve enerji ulusal ve bölgesel politikaların temelini oluşturacak. Devletlerin bu konulardaki müdahaleleri artarak devam edecek.
Ulusal ve bölgesel politikalar bir çok ülkede korumacı hüviyete bürünecek. İkili ve bölgesel anlaşmalara imza atan ülkeler Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) liberallik ve eşit muamele kurallarını ihlal ettikleri için takibata uğrayacaklarından DTÖ'de çatlamalar olacak. Bu anlaşmalar tedarik zincirlerini hem coğrafi açıdan hem de geriye entegrasyon nedeniyle işletmecilik açılarından kısaltacak. Kalkınmalarını dış yatırıma bağlayan ülkeler borçlanmanın giderek artan baskısından dolayı bu politikalarını değiştirmeye çalışacaklar. Bu durum, şirketlerin hem yerel hem de uluslararası operasyonlarını zorlaştıracak. İşsizlikle mücadele platformunda seçimlere giren siyasi partiler şirketlerinin dış yatırımlarına "iş ihraç" ettikleri gerekçesiyle müdahale edecekler.
Korumacılık ham madde ihraç eden ülkelerin bir yerde işine gelecek. Ham maddelere sahip ülkeler de bundan bir dereceye kadar memnun olacaklar. Bu ülkelerde sivil toplum örgütleri özellikle adaletsiz gelir dağılımı ve fakirlikle mücadele amaçlarıyla sayıca artmanın yanı sıra daha etkin olmaya çalışacaklar. Ancak, başarılı olamayacaklar. Bu toplumsal sorunlara yol açarken ücretler düşecek, tüketicilerin ürün ve marka seçenekleri azalacak, fiyatlar artacak. En çok zarar görenler zaruri olmayan ürünlerin ihracatıyla geçinen ülkeler olacak. Özellikle tek emtia ihracatıyla geçinen veya yerel ve bölgesel pazarların tüketemeyeceği miktarlarda üretim yapan sanayi ürünleri ihracatçıları en başta zarar görecekler. Uluslararası ticaretin olumsuz etkilenmediği veya daha az etkilendiği alanlarda devlet tarafından kontrol altında tutulan büyük çok-uluslu şirketler öne çıkacaklar. Bu yolsuzluk ve örgütlü suçların devletle özdeşleşmesine yol açacak.
Kalkınmakta olan ülkelerin ihracat gelirleri azalacak. Bundan daha da önemlisi, bu ülkelerin ihracattan edindikleri net gelirleri giderek düşecek ve ihracat bir net kaynak transferi mekanizmasına dönecek. Kalkınmakta olan ülkelere akan dış yatırım miktarı giderek azalacak, üretime yönelik dış yatırımın yerini kısa dönem, spekülatif mali yatırımlar alacak; bu ise net kaynak transferini hızlandıracak. Bu durum ihraç ettikleri değeri yerine koyamayan ülkelerde ekonomik ve sosyal sıkıntılara yol açarken, bunun siyasi sonuçları da görülecek.
Ülkelerin piyasaları sıkıştıran likit darlığına çare olarak faiz düşürmeleri de bu ülkeleri dışardan spekülatif amaçlı gelen paraya cazip olmaktan çıkaracak. Enflasyon ve likit darlığı arasında sıkışan kalkınmakta olan ülkelerde bir çok sektörü peşinden çeken inşaat ve konut sektörü yer yer çökecek, yer yer buhranlarla karşılaşacak. Bunun sonucu büyük çapta ekonomik sıkıntılarla karşılaşan ve büyüme sorunu nedeniyle işsizlik problemleri ciddileşen kalkınmakta olan ülkeler, demokratikleşme çabalarından ödünler verecekler ve özellikle nüfusları genç olan ülkelerde sosyal problemler artacak.
Hani yazmayacaktın diye soruyorsanız vallahi yazmadım. Yazı eski. İyimser senaryolardan sonra bu kötümser senaryoyu 7 Kasım 2012 tarihinde gazetenizde yayınlamış ve şöyle demiştim “İlerisi için strateji falan tasarlamak gibi bir fikriniz varsa bu senaryolardan birini seçersiniz. Benim fikrimi merak ediyorsanız, yapı olarak iyimser biri olmama karşın matematik eğitimim iyimser senaryolara destek vermemi engelliyor demekle yetineyim. Ekliyorum, çıkarıyorum hesap tutmuyor.”
Sizin anlayacağınız sözümden döndüm sayılmaz. Yazı yeni değil. Eski bir yazıyı kelimesini değiştirmeden sadece bazı kısımların altını çizerek tekrar sunuyorum.
Sağlıcakla kalın