Kötüleşen yatırım ortamı ve yeni yol haritası
Fazlasıyla sıra dışı bir yaz geride kalırken, halkımızın en fazla ciddiye aldığı etkinliklerin başında gelen ve ister doğduğu yöreyi ve akrabalarını ziyaret, ister seyahat ve plaj rehavetinde sıkıntılarını unutmak amacıyla neredeyse hiç aksatmadığı tatil sezonu da sona eriyor. Çileli ve bol kazalı uzun gidiş dönüş seferlerine rağmen tatillere bu kadar tutkuyla bağlı olmamızın temelinde göçmen genlerimizin bir payı olduğu muhakkak. Ama bence içinde yaşadığımız ve çelişkileri, açmazları ve çıkmazları ile bizi yorup ezen sistemin dışına çıkma, soluklanma arzusunun da etkisi küçümsenemez. Üstelik böylece sorunlarla yüzleşip çözüm çabasına girmeyi de biraz daha öteleyip, çoğu zaman olduğu gibi kontrolümüz dışındaki gelişmelerin durumu daha katlanılır kılmasını umma şansına sahip oluyoruz. İzlediniz mi bilmem, yazı şenlendiren bir dizi spor organizasyonunun sonuncusu olan paralimpik olimpiyatlarında da asıl olimpiyat oyunlarından daha başarılı ve daha fazla branşta yarışmacı olmamızın da engelleri dolayısıyla sistemin dışında kalmış sporcularla temsil edilmemizden kaynaklanması pekala muhtemel... Şaka bir yana, ciddi bir sistem ve onun temelinde zihniyet sorunumuz var ve bir şekilde bunun üstesinden gelmek zorundayız. Bunun için de günlük politika tartışmalarının ve tek büyüme yöntemi olarak bellediğimiz tüketim güzellemelerinin ötesine geçerek kapsamlı yol haritamızı netleştirmemiz, kaynak tahsisinde açık ve akılcı kriterler koymamız, eğitime ve bilim/teknoloji üretimine odaklanarak yerel üretimdeki katma değeri yükseltmemiz gerek...
Yatırımsız tüketimin sonu yok
Baksanıza, bütün arızalarına rağmen dünyadaki tek geçerli ekonomik sistem olan kapitalizmin lider ülkesi ve günlük hayatta hepimizi keyiflendiren çoğu inovasyonun kaynağı olan ABD'de bile seçilme şansı yüksek bir adayın, Hillary Clinton'un seçim bildirgesinde ekonomi için önerilen yol haritası üç ayağa oturuyor: Araştırma geliştirme, küresel dijitalleşme ve yetenek yönetimi. ABD, teknoloji ve inovasyondaki emsalsiz birikiminin rehavetine kapılmıyor, önderliğini korumak için değişim ivmesinin göstergesi olan küresel inovasyon endeksindeki 5’incilik sırasını daha yukarı çıkarmaya çalışıyor. Bu arada, "yetenek yönetimi “kategorisine akılcı göçmen politikasının da dahil edildiğini not edelim. Aynı endeksin ancak 58'inci sırasında olan Türkiye'de ise biz ancak yeni ürünleri ne kadar hızlı ve çok satın aldığımızla övünüyoruz.
Kaldı ki, yenilikçilik ve teknolojide atılım bir yana, mevcut yapısı ve kapasitesi çerçevesinde de ekonominin işleyişinde ciddi aksaklıklar var ve yeni bir yaklaşıma duyulan ihtiyaç çok açık. Gerçekten ikinci çeyrek verileri ile daha da belirginleşiyor ki büyüme tamamen iç tüketim kaynaklı, dış ticaret ve daha da önemlisi yatırımlardan katkı yok. İmalat sanayiinin büyümede ve dolayısıyla ekonomide payı sürekli geriliyor. Piyasa ekonomisinin temel büyüme bileşeni olan özel yatırımlarda ise sadece bu yıl değil, yıllardır tehlikeli bir durgunluk var. Bunun bu köşede sürekli irdelediğimiz gibi başta hukuk güvenliği olmak üzere yatırım ortamı aksaklıklarıyla, tavsayan reformlar yüzünden gerileyen yatırım cazibesiyle yakından ilintisi belli ama bir de son iki yılda olumsuz bir faktör olarak can güvenliği eklendi. Güneydoğu sınırlarımızdaki terör ve savaş tehditleri ise daha da eski ve artık olağan gündemin parçası haline gelmiş durumda. Zaten büyümenin arkasındaki tüketimin üçte birini oluşturan kamu tüketimi de bu bölgedeki askeri harcamalardan kaynaklanıyor, yani konjonktürel nitelikte. Ayrıca turizm harcamalarındaki keskin düşüş te tüketimi dizginliyor ve bunun asıl etkisi temmuz-eylül aralığını içeren üçüncü çeyrekte ortaya çıkacak. Yani önümüzdeki dönemde baş etmemiz gereken gündem sadece yeni stratejik yaklaşım değil maalesef; ondan önce yatırım ortamına yeni eklenen olumsuz faktörleri de düzeltmemiz gerekli. Üstelik dış finansmana ve borçlanmaya aşırı bağımlı bir ekonomik yapıda, şimdiye kadar elimizi beklenmedik ölçüde rahatlatan düşük petrol fiyatı ve ucuz para konjonktüründe kestiremeyeceğimiz bir vadedeki tersine dönüşler, bu tüketim zincirinin de er geç kopmasına yol açabilir. Ondan önce başka bir risk daha var bizi bekleyen: Gözlemeye devam eden derecelendirme şirketlerinin kredi notu kararları. Her şey yolunda gitse bile bu sadece portföy yatırımlarında ve bizim isteğimize değil sermaye sahiplerinin risk iştahına bağlı olacak. Doğrudan yatırımlarda, yani sermaye birikiminde artış ise şimdilik tamamen gündem dışı.
Yeni yol haritası için gecikiyoruz
Hal böyleyken stratejik bir odaklanmaktan uzak, dağınık politika kalabalığı içinde kaybolma riski giderek artıyor gibi. Bir yandan kaynak dağılımındaki geleneksel savrukluğumuzu akla getiren ve terörün tahrip ettiği bölgelerin imarı dahil inşaat yoğunluklu yatırım hedefleyen bol kepçe bir teşvik politikasının ilanı, diğer yandan uzun zamandır konuştuğumuz İstanbul Finans Merkezi projesinde vardığımız noktanın "sekiz köşeli bir Selçuklu stili inşaat projesi “olduğunun açıklanması, en yaratıcı görünen "Varlık Fonu" girişiminin ise henüz nasıl işleyeceği bilinmeyen bir proje aşamasında oluşu, acilen ihtiyaç duyduğumuz dönüşüm iradesi ve yeni yol haritası için epey zaman geçeceğini gösteriyor.
Şahsen naçizane, bayramdan önceki yazıda da belirttiğim gibi, öncelikli tercihimizin kaynakları verimli kullanacak, küreselleşme kapasitesi olan rekabetçi firmalara yönlendirmek olması, teşviklerin de eğitim ve verimlilik gibi rekabetçiliği güçlendirecek ayaklara dayandırılması gerektiğini düşünüyorum. Uzmanlık kazanmadığı değişik alanlarda rant paylaşımı ile büyüyen düşük verimlilikli sıradan şirketlerden oluşan bir reel sektör ile ekonomik performansımız, hep kontrol edemediğimiz dış koşullara bağlı kalmaya devam edecektir. Oysa stratejik olarak kaçınmamız gereken tam da budur.