Koşullar hiç istenmeyen yönde değişiyor!
Bir yandan ağırlaşmış yapısal sorunlar ve giderek olumsuzlaşan küresel koşullar, diğer yandan içeride ve bulunduğumuz coğrafyada yaşanan sürpriz gelişmeler beklentileri bozuyor. Döviz kuru ve faizlerin yatay bir salınım sergiliyor olmasına bakarak gelişmelerin kontrol altında olduğunu ve kırılganlığın artmadığını düşünmek yönündeki yaklaşımlar ise kesinlikle gerçeği yansıtmıyor. İkinci çeyrek dönemde yaşanan iyimserliği tüm olumsuzluklara rağmen sürdürmek adına abartılan Avrupa Merkez Bankası’na ilişkin beklentiler, Irak’ta yaşanan gelişmelerin gölgesinde kaldı; olası faiz düşürme zorlamasının potansiyel yan tesirleri ise evde yapılan hesapları tümüyle bozdu. Mızrak çuvala sığmadığı için olumsuzlukların fiyatlara yansımasını engellemek kolay olamadı. Körler ve sağırların birbirini ağırlamaya çalıştığı bir hafta geride kaldı.
Irak’ta yaşanan gelişmeler yalnız bulunduğu bölgeyi değil küresel ekonomiyi çok olumsuz etkileyecek bir potansiyeli bünyesinde taşıyor. Bu sebeple güçlü güçsüz her kesimin çıkarlarını ilgilendiriyor ve müdahale ihtiyacı açıkça telaff uz ediliyor. Böyle olmayacağı varsayımı ile sinsice kendi lehine fırsat yaratmaya çalışanların hayal kırıklığına uğrama ihtimali artıyor. Irak’ın parçalanma sürecine girmesinin hem bölgesel belirsizliği artırma hem de petrol fiyatlarında istenmeyen dalgalanmalar yaratma olasılığı artmış gibi görünüyor. Bu durum tarım ürünlerindeki olumsuzluklar ve ticaret yollarındaki geçici tıkanıklıkları ile birleşince hem küresel enfl asyon hem de gelişmekte olan ekonomilere ilişkin beklentilerin seri bir şekilde bozulmaya devam etme tehlikesini besliyor. Bir hafta öncesine göre yeni bir küresel kredi krizi olasılığının çok daha yüksek olduğunu dikkate almak gerekiyor.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız olumsuzluk özellikle gelişmekte olan ekonomilerde finansal yapının iyice bunalmasına yol açabilir, sermaye piyasalara satış baskısı altında kalır iken döviz kuru ve faizler dalgalı bir şekilde yükselebilir, bilançolar yıpranabilir.
Söz konusu eğilimlere eldeki imkanları kullanarak yapay bir şekilde direnmek çözüm değildir ve kırılganlığın artmasını engelleyemez. Böylesi durumlarda daha tutarlı olan tercih rüzgara karşı direnmek ve var olan enerjiyi beyhude şekilde tüketmek değildir. Gelecek açısından artık hiç bir anlam ifade etmeyen rakamları bayrak yaparak inatlaşmak bir çeşit çaresizliktir. Değişen koşullara uyum sağlayamayanların, başarılı olma şansının giderek azalacağı unutulmamalıdır.
Gerek ülkemizde gerekse bulunduğumuz coğrafyada yaşanan siyasi gelişmeler, Türkiye ekonomisine ilişkin beklentileri bozmakta, güvensizliği artırmakta ve kırılganlık algılamasını güçlendirmektedir. Sermaye girişlerinin dalgalı bir şekilde azalması, ihracat pazarlarımızdan bir kısmının daralması, küresel ölçekte gelişmekte olan ekonomilere yönelik algılamaların olumsuzlaşması gibi eğilimleri görmezden gelmenin bedeli çok ağır olabilir… Siyasi irade ve mali sektörün hâlâ faizlerin düşürülmesi konusuna takılı kalmış olması bile ayaklarımızın yere basamadığını ve gerçekçi olamadığımızı düşündürüyor.