Koşullar farklılaşıyor...
Kasım ayı ikinci yarısı itibarı ile ne küresel ekonomik durum ne de ülkemizdeki eğilimler güven vermiyor. Günü kurtarmak adına merkez bankalarının daha fazla inisiyatif kullanmak durumunda kalacağı beklentisi ile sürdürülebilir olmadığı bilinen mevcut dengesizlikleri koruma çabası ön plana çıkıyor. Orta vadeli ekonomik görünüm olumsuzlaşır iken kısa vadeli finansal görünümün olumsuzlaşmaması ve risk alma isteğinin azalmaması için çaba harcanıyor. 2000'li yıllara damgasını vuran bu kısır döngü sorunların daha da ağırlaşmasından başka bir işe yaramadı, güvensizlik büyüdü ve kırılganlık arttı, sınırlar zorlandı. Gelişmiş ekonomiler durgunluktan çıkamazken, gelişmekte olanlar da benzer sıkıntılarla tanışmaya başladı.
Durumu daha netleştirmek için son bir yıl içinde ekonomi cephesinde yaşananlara bir göz atalım. Euro Bölgesi'nin durumu ve gelişmekte olan ekonomilerin koşulları net bir şekilde olumsuzlaştı. ABD ve Japonya'nın durumunun pek değişmemiş olduğunu varsaysak bile sonuç değişmiyor. Net olumsuzluk belirleyici oluyor, risk alma isteği merkez bankalarının durumu dengeleme amaçlı parasal genişleme hamlelerine rağmen azalıyor. Sorunlu ekonomi ve banka sayısı arttıkça para otoritelerinin etkisi azalıyor. Küresel talep artmıyor, azalmasını önlemek ciddi yan tesirler pahasına çok daha fazla risk alınmasını gerektiriyor; günü kurtarmanın gereği yapıldıkça rekabet koşullarının daha seri bir şekilde bozulması imkânsızlaşıyor, potansiyel istikrarsızlık büyüyor. Tüm oyuncular gelişmelere kendi ihtiyaçları ve çıkarları açısından bakmak zorunda kaldığı için kalıcı çözüme yönelik bir uzlaşı çıkamıyor, inceldiği yerden kopacağı güne kadar mevcut yaklaşım olumsuz seçenekler arasındaki en iyi olarak genel kabul görüyor!..
Türkiye ekonomisine ilişkin son veriler de olumlu düşünmeyi zorlaştırıyor. Hem iç talebin, hem de ihracat imkânlarının durgunlaşması, bütçe açığının büyümesi cari açıktaki iyileşmenin yetersiz kalması, mevsimlik koşullara aykırı bir şekilde ağustos ayı işsizlik rakamının yükselmesi gibi eğilimler olumlu düşünmeyi imkânsızlaştırıyor. Tüm yan tesirlere rağmen iç talebi uyarmaya çalışarak günün kurtarılmaya, yabancıların risk alma isteğindeki azalmayı yerlilerinki ile ikame etmeye çalışıldığı dikkat çekiyor. Merkez Bankası'nın para politikasını daha da gevşetme sinyali vermesi, mali sektörün kredi hacmini genişlemeye zorlanması başka bir anlama gelmiyor. İç talep artar ise belki gün kurtarılır, fakat ekonominin geleceğine ilişkin kırılganlık çok tehlikeli seviyelere sıçrayabilir. Bireysel ve kurumsal bazda faaliyet gelirleri olumsuz rekabet koşulları nedeniyle azalırken borçların kontrolsüz bir şekilde artması iyiye gidiş olamaz. Ayrıca dış finansman imkânları daralırken ortaya çıkan boşluğu içeriden karşılamaya çalışmak ve bunu zorlamak evdeki hesabın çarşıya uymasını engelleyebilir.
Bugün geldiğimiz noktada para veya maliye politikasının sıkılaşması imkânsız, gevşetilmesi ise kırılganlığı artırabilir. Bu tablo mali sektör ve yatırımcıları da aynı yönde etkiliyor, risk alsalar da almasalar da olmuyor. Boşa koysan dolmuyor, doluya koysan almıyor. Kredi notunun yükselmesi bu çelişkiyi ortadan kaldırmıyor; eğer bu zoraki ayarlama yabancı yatırımcıların risk alma isteğini artırsa idi belki bir süre idare edebilirlerdi; fakat yabancıları etkilemeye bir değişiklik yerlilerinkini de değiştiremiyor.
2012 yılı artan kırılganlığa rağmen gelişmiş ekonomi merkez bankalarına ilişkin beklentiler sayesinde aşırı iyimser eğilimlerle başlamıştı. Fakat öyle bitmiyor. Merkez bankaları piyasa beklentilerini yanıltmaya çalışsa da siyasiler ağırlaşmış sorunların etkisi ile inisiyatif kullanamıyor, istikrarsızlığın artması önlenemiyor. Durum böyle olunca benzer beklenti seli ile 2013'ün de aynı şekilde günü kurtararak atlatılabilmesi ihtimali azalıyor. Eğer gelişmekte olan ekonomilerin merkez bankaları inisiyatif kullanmak durumunda kalır ise yabancıların bu durumun risklerini azaltmalarına hizmet edecek bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışması ve sürpriz olumsuzluklar yaşanması olasılığı güçleniyor.
Gelişmiş ekonomilerin durgunluğa mahkum oluşu ve gelişmekte olanların da benzer duruma düşmek yönünde ilerlemesi risk alma isteğinin dalgalı bir şekilde daralmaya devam edeceğini düşündürüyor.
Durum böyle olunca küresel piyasalarda risk alma konusundaki isteksizliğin 2013 yılı başından itibaren de etkili olabileceğini dikkate almak gerekiyor. Fakat günü kurtarmak adına tam aksi yöndeki eğilimlere ilişkin beklentilerin abartılacağını ve her kesimin kendi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışacağını tahmin etmek de zor değil. İkinci diple tanışıncaya kadar gerçekler inkâr edilecek ve hiçbir oyunca olduğu gibi görünmeyecek, bu durumun farkında olanlar risklerini azaltma fırsatını kaçırmamaya çalışacak...