Korumacı eğilimler ve finansal piyasalar!
Kısa vadeli piyasa eğilimleri ile gelişen ekonomiler için orta vadeli küresel ekonomik eğilimlerin çeliştiği bir dönemden geçiyoruz. İlkinin kalıcı olmadığı çok iyi bilinmesine rağmen günü kurtarmak adına abartıldığını, diğerinin ise olabildiğince baskı altında tutulmaya çalışıldığını gözlemliyoruz. Böyle devam edilemeyeceğini bilen profesyoneller, pasif bir şekilde risklerini azaltmanın yollarını zorluyor ve faturanın büyüğünü ne olup bittiğini anlamayanların sırtına yıkmaya çalışıyor. Başka bir deyişle kurulan tuzaklar kurbanlarını bekliyor!
Ne olup bittiğini daha iyi anlamak için küresel kriz sonrasında ve 2009 yılının ikinci çeyrek döneminin başında Londra’da yapılan G-20 Zirvesinin sonuç bildirgesini hatırlamakta yarar var. Korumacılığa kesinlikle karşı olunduğu dile getirilmişti ve bu tehlikeden kaçınabilmenin tek yolu dile getirilmişti! Küresel soruna uzlaşıya dayalı çözüm lazımdı ve gelir dağılımının düzeltilmesini sağlayacak etkili düzenlemeler gerekliydi; başarısızlığın bedeli çok ağır olabilirdi! Her ülkenin kendi başının çaresine bakmak üzere harekete geçmesi ve korumacılığın güçlenmesi kaçınılmaz hale gelebilirdi!
Yukarıda özetle ifade etmeye çalıştığımız isabetli teşhisin konmasından bu yana yaklaşık sekiz yıl geçti, köprülerin altından çok sular aktı! 2011 senesinde yaşanan Arap Baharı olarak tanımlanan dönemde, gelişen ekonomilerin küresel ekonominin lokomotifi olamayacağı görüşü genel kabul gördü; devamında küreselleşme aleyhine ve korumacılık lehine giderek güçlenen sinsi gelişmeler yaşanmaya başladı.
Trans Pasifik ve Trans Atlantik isimli tercihli ticaret ve yatırım anlaşmaları konusundaki girişimler gündeme geldi, küreselleşme ile Katolik nikahı kıymış olan finansal piyasalar riskten kaçınma eğiliminin dalgalı bir şekilde güçlenmesi nedeniyle istikrarsızlaşır oldu. Siyasilere olan güven azaldıkça sıkıntı büyüdü, özellikle gelişmiş ekonomilerde yabancı kökenli olanlara bakış açısı olumsuzlaştı; kötü gidiş öne çıkarılan terör başlığının gölgesinde gizli tutuldu. Jeopolitik risklerdeki ivmelenme de, böyle devam edilemeyeceğinin işaretlerini taşıyordu. Gelişen ülkelerin daha belirleyici olmaya başlayan durgunlaşmaya karşı aldığı önlemler de korumacılığın öncü hamleleri şeklinde idi. Yapay talep artışının durulması ile birlikte arz fazlası yönlü dengesizlikler sorunları hızla ağırlaştırdı. Aşırı düşük ve hatta negatif faizler, bu olumsuzlukların yaşanmasını engelleyemedi ve para otoriteleri etkisizleşti. İngiltere’nin AB Referandumundan ve ABD’nin Başkanlık Seçimlerinden çıkan sonuçlar da tesadüf değildi; baskı altında tutulan eğilimlerin açığa çıkmaya başlamadı idi!
Korumacılığın ayak sesleri giderek daha ön plana çıkıyor ve belirleyici olmaya başlıyor; sürdürülebilir olmayan eğilimler eşliğinde aşırı riskler alan finansal yapı ise bu duruma katlanamayacağını bildiği için şimdilik görmezden gelmeye devam etmek dışında seçenek bulamıyor. Tabandan gelen korumacı dalga, yarattıkları sorunlara çözüm üretmeyi beceremeyen güç meraklısı küreselcileri geriletiyor ve bindikleri dalları kesmeye zorluyor! Orta vadeli eğilimler, gerçekçi olamayan çok kısa vadeli finansal olanları geriletiyor ve kırılmaya doğru sürüklüyor; nafile direnişin üyeleri ise, içine düştükleri büyük yanlış nedeniyle direnmeye çalışmak dışında bir şey yapamıyor.
Başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarında arz daralması sayesinde yaşanan yükseliş, riskten kaçınma eğilimini duraklatmayı amaçlayan bir çeşit direniştir. Fakat yan tesir olarak ortaya çıkan enflasyon yükselişleri, yine amacın tam aksini besleyen ve faizlerde yükseliş beklentisini güçlendiren bir yapıdadır. 10 yıl vadeli ABD Devlet Tahvili faizlerini biraz daha geriletip yüzde 2,5’a tırmanmışken söz konusu getiri oranını yüzde 2,34’e geriletmek, riskten kaçınma dalgasını geciktirecek şemsiye olarak kullanmaya çalışmak ta tam bir çaresizlik örneğidir.
Köşeye sıkışanlar çok uzak olmayan bir gelecekte birbirlerini tırmalamaya başlayabilir ve son bir ay genelindeki sakinlik yerini ciddi bir kargaşaya bırakabilir! Zira aşırı risk taşıyan ve pozisyonu yönetilebilir olmaktan çıktığı için piyasaları yapay beklentilerle yönlendirerek sorunları ağırlaştıranların, korumacılığın güçlenmesine tahammül edebilmesi olası değildir. Uzlaşıya dayalı küresel çözüm üretemeyen ve etkili düzenlemelere taşıdıkları riskler nedeniyle karşı çıkanların korumacılığa karşı olması, artık önemsiz bir söylemdir; demagojiden başka bir şey değildir! Sorunların ağırlaşmasına kayıtsız kalanların yapabileceği fazla bir şey kalmamıştır!