Korkunun ecele faydası yok!
Geçtiğimiz hafta geneline baktığımızda ülkemizdeki ekonomik sorunların gündemde ikinci plana itildiğini, kafaların iyice karıştırıldığını gördük. Finansal piyasalar genelde yatay bir eğilim sergiledi, Davos'ta yaşanan sansasyon IMF anlaşmasının neden acil olduğunu unutturdu. Küresel düzeydeki sorunlar ise çözümsüzlüğünü korudu; ABD ekonomisinin, 1982'den bu yana en yüksek daralmayı yüzde 3,8 ile geçen yılın son çeyreğinde yaşadığı açıklandı ve olumsuz eğilimler haftanın son gününde yeniden güçlendi.
ABD ekonomisinin 1982 yılında yaşadığı daralma da anti enflasyonist çizgideki monetarist yaklaşım etkili olmuş ve kısa vadeli faizlerin yüzde 21 gibi tarihinin en yüksek seviyesine yükselmiş olmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Bu kez ise çok düşük faizler ve aşırı gevşek para ve maliye politikalarına rağmen benzer nitelikte bir daralmanın yaşanmış olması oldukça düşündürücü! Hem de daralmayı sınırlamak adına kamulaştırma ve verilen garantilere rağmen... Belli ki gelişmiş ekonomilerde yaşanan daralmanın telafisi pek olası değil ve küresel gelir pastası küçülmeye devam edecek ve finansal yapıdaki sorunlar ağırlaştıkça kamulaştırma ve korumacı eğilimler yaygınlaşacak. İçine düşülen kısır döngüden çıkılamayacak. Algılama bu yönde yaygınlaştıkça riskten kaçınma eğilimi büyüyecek ve güven bunalımı derinleşecek. Küresel düzeyde ticaret hacmi ve sermaye hareketleri daha da daralacak. Ülkemizi yönlendirenler ise sanki böyle bir durum yokmuş gibi hesap yapmaya ve masal anlatmaya devam edecek!..
Kendisini küreselci olarak tanımlayanlar korkularını bastırıp bir an önce IMF ile anlaşın diye bastıracak ve bunun orta vadede çözüm olmadığını görmek istemeyecek. IMF ise aktarılan kaynakları nasıl geri ödeyeceksiniz diyerek ek önlemler isteyecek. Hükümet ise çok yönlü baskılar altında hızla yıpranma sürecine girdiği ve hareket alanının azaldığını görecek ama bir şey yapamayacak. Duygusal tepkilerle gündemi farklılaştırmaktan öteye bir şey elinden gelmeyecek, mucize yaratamayacak. Belki IMF anlaşması yerel seçimler sonrasına sarkacak ancak sorumlular daha sonra yaşanacakları düşünmeyecek ve bu durum güven bunalımını derinleştirmeyecek!..
Gündem değişti fakat ekonomideki sorun ve dengesizlikler konuşulmasa bile mevcudiyetini koruyor, endişe büyüyor. İç ve dış talep daralıyor, işsizlik artıyor; bankalar kredilerde daha seçici olmak zorunda kalırken, borcu yeni borçla çevirmek zorlaşıyor, döviz borcu büyük olanlar rahat uyuyamıyor. Başbakan'ın Davos'taki tavrının politika değişikliği anlamına gelip gelmediği konusundaki belirsizlik korkuları artırıyor. Zira Filistin konusundaki haklı hassasiyetin sonucunda İsrail'e karşı diplomatik tavır değişecek ise tüm dış politikanın değişmesi diğer ülkelerle ekonomik ilişkilerin farklılaşması ve bu süreçte çok ciddi bir ekonomik daralma yaşanması kaçınılmaz olacak. Hiçbir şey değişmeyecekse bile yaratılan bulanıklık ülkemize yönelik ilgiyi olumsuz yönde etkileyecek ve olumsuzluğun gelişme hızı artacak.
Piyasa beklentileri olumsuza kaydıkça, ekonomideki daralma ivme kazanacak. Kısa vadeli faizlerin daha fazla düşmeyeceği ve döviz kuru dalgalı bir şekilde yükseleceği yönündeki endişeler, ekonomik birimleri bir an önce daha tedbirli olmaya itecek. Paranın devir hızı düştükçe, borç-alacak ilişkilerindeki sorunlar artacak ve istihdam daha seri bir şekilde gerilerken tüm sorunlar ağırlaşacak ve dirençler kırılacak.
Küresel düzeyde her değişkenin sergilediği eğilim değişir iken, ülkemizde hiçbir şeyin değişmeyeceği varsayımına göre hesap yapanlar bu hatalarını anladığında gelişmeleri kontrol etmek veya yönlendirmek pek mümkün olmayacak. Korkuların ecele fayda etmediği eninde sonunda bir kez daha görülecek; tarih kendini tekrarlayacak.
Küresel düzeyde likidite bolluğu varken pastadan aslan payını alanların, fatura ödeme dönemi geldiğinde maliyet ödemekten kaçınması mümkün olamayacak. Her ihtimalde ekonomik daralma devam edecek ve saadet zinciri onarılamayacak. Bunları bilmek orta vadede kimsenin işine yaramayacak, fakat bilmeyenlerin öfkesi ve istikrarsızlık küçük olmayacak...