Korkudan beslenmek
İlk aşama, televizyonların çok kanallı olması ve her eve girmesiydi. Sonra internet, akıllı telefon, sosyal medya, metaverse ve yapay zekâ ile devam eden bir süreç…
Tüm bu teknolojik gelişmeler, haber takibini, bilgiye ulaşabilmeyi daha kolay hale getirdi. Dahası siz istemeseniz de bilmeniz veya algılamanız gerekenler neredeyse gözünüze, kalbinize ve zihninize zerk edilir hale geldi. Bu şekilde toplumlar kolaylıkla manipüle edilebildi, hakikatten kopuş -post truth- zirve yaptı.
Bunun denemelerini son kovid pandemisinde gördük ve şimdi de iklim değişiminde yaşıyoruz. Elbetteki bunların varlığı konusunu tartışmıyoruz. Sorun, bu tehlike ve krizlerin, küresel güçler tarafından fırsata çevrilerek yeni sömürge düzenlerini kurmalarına vesile yapmaları. Küresel güçler korkudan besleniyor…
İzlediğiniz haberlerin yüzde 90’ı felaket haberleri… Sürekli korku pompalayan, toplumları ümitsizliğe ve yılgınlığa götüren bir süreç yaşanıyor. Antidepresan ilaçlarının kullanımındaki patlama da bunun bir göstergesi değil mi?
Tekrar vurgulayalım: Küresel ısınma bilimsel zemini olan ve yakın gelecekte karşılaşabileceğimiz çok korkutucu bir gerçek. Ancak Batı dünyasının, elini taşın altına koymadan, cenazeyi, cenaze sahibi olmayanlara kaldırtmaya ve dijital bir kölelik sistemini getirmeye çalışmaları daha da korkutucu…
Bir şey hakkında yeterince doğru bilgilenmezseniz belirsizlik ortaya çıkar. Belirsizlik ise insanları çok fazla endişeye sevk eder. Terör korkusu da böyledir…Toplumlar üzerinde korku imparatorluğu kurmak isteyenler onların başına terörizmi bela ederler.
Ana akım medya ve sosyal medya, küresel güçlerin hedeflerine ulaşmada yetersiz kalırsa, bir sonraki aşamada terörü silah olarak kullanmaları her zaman mümkün. Pandemide oluşturulan Sağlık Bilim Kurulu, eleştirilere rağmen, önemli bir görevi yerine getirdi. Bir nebze de olsa hakikatten kopuşun önüne geçildi. Her deprem sonrası, deprem bilimcilerin yaptıkları açıklamalar, bazen bilgilendirici olsa da çoğu zaman korkutucu oldu.
Aslında doğrular ve gerçekler, doğru zamanda ve doğru bir üslupla ifade edilmeliydi. Zaman zaman kafalar karıştı. Uzmanlar birbirleri ile toplum önünde bilimsellik tartışmalarına girdiler. En son “Asrın Depremi” olarak nitelendirilen Kahramanmaraş depremlerinde de durum değişmedi. Deprem konusunda kamuoyuna yapılan açıklamalar hala bir süzgeçten geçmiyor. Açıklamanın doğru olması da tek başına yeterli değil.
Önemli olan bunun toplumsal sonuçları… Konunun sosyolojik ve psikolojik boyutlarının olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli. Peki neden bu amaçla bir “Deprem Kurulu” oluşturulmaz? İnşaat mühendislerinin, yer bilimcilerin, sosyal bilimcilerin ve ilgili diğer uzmanların, açıklama öncesi, tüm olası etkilerini tartışarak netleştirmeleri, Sağlık Bilim Kurulu’nda olduğu gibi, hükümete ve topluma sunmaları bazı sakıncaları bertaraf etmez mi? Benzer durum gıda için de söz konusu.
Gıda, en çok algı çalışmasının yapıldığı hassas bir alan. Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu, yanlış algıları önleyici ve toplumu bilgilendirici konularda daha aktif olabilir. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın “Kamuoyunda Gündeme Gelen İddialar ve Gerçekler” bültenlerinin çok değerli olduğunu da burada ifade etmek gerekiyor.
Sadece seslerini duyurabilmek için biraz daha gayret gerekiyor. Ezcümle; adına ister kirli bilgi ister dezenformasyon ister algı yönetimi ya da hakikatten kopuş diyelim, konu toplumsal açıdan giderek daha tehlikeli bir hal alıyor. İletişim Başkanlığı’nın teyit çalışmalarının yanı sıra politika kurulları da bu konuya daha fazla eğilmeliler. Amaç, kontrolsüz bir korku yerine teyitli ve doğru bilgiyle toplumu beslemek…