Korku, başımıza her zaman beladır...

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

 

"İnsanların çoğu yitirmekten korktuğu için sevmekten korkuyor
Sevilmekten korkuyor; kendisini sevilmeye değer bulmadığı için
Düşünmekten korkuyor; ciddi bir sorumluluk yüklediği için
Konuşmaktan korkuyor; eleştirilmekten korktuğu için
Duygularını dillendirmekten korkuyor; reddetmekten korktuğu için
Yaşlanmaktan korkuyor; gençliğinin değerini bilmediği için
Unutulmaktan korkuyor; dünyaya bir şey katmadığı için
Ölmekten korkuyor; aslında yaşamayı bilmediği için..."
-Shakspere-

Hywel Williams, The Guardian'daki yazısına önemli bir tanımlamayla giriyordu:
"Yerleşik kültürler düşmanlara ihtiyaç duyar. Kapıya dayanan barbar, sınırlar dahilindeki birlik ve bütünlük imal etme gereği söz konusu olduğunda faydalı bir araçtır. İçerde egemen seçkinleri tehdit eden gerilimler ve ihtimaller yaşanıyor olabilir. Fakat yukarıdan zerkedilmiş bu komplonun yerleşik olanı koruyabilmesi için oracıkta bekleyen sömürücü bir canavar portresi çizmesi gerekir. Dışardaki düşmanlar içerdeki düşmanlar haline de gelebilir; ki madenciler ve göçmenler bunu iyi bilir. Fakat bu yöntemin sorunu, idarecilere umursamaz bir görüntü vermesidir. Onlar, virüsün halkın bünyesine sirayet etmesine göz yummuşlardır. Bütün zararlı maddelerin dışarıda kalması sağlanamamış, korku yaratmaya yetse bile sömürücü canavarın engellenmesine yetmemiştir."

Bugünlerde herkesin başucu kitabı olması gereken Fathalı M. Moghaddam'ın Hakan Kabasakal tarafından dilimize çevrilen Diktatörlüğün Psikolojisi adlı kitabı, 3P Yayıncılık tarafından ülkemiz okuruna sunuldu. Alanında tanınmış bilim insanlarından biri olan Moghaddam, ülke kaynaklarını israf ettiği neredeyse olgu haline gelmiş olan "diktatörlüklerin sıçrama tahtasını" tartışırken, çok değişik etkenler arasında "ekonomik ve politik güvensizliğin yanı sıra iç ve dış düşman" yaratmanın da sosyo-kültürel ve psikolojik dinamiklerini analiz eder.

İki kültür arasında - Müslümanlık ve Hırıistiyanlık- sınır bekçisi olan ülkemimiz ve toplumumuz için zaten yeteri kadar güçlü, dünya medyasında söz sahibi odaklar "düşmanlar" üretiyor.Bu düşmanlıkları bir de abartılı "iç düşmanlar" yaratarak besler ve büyütürsek enerjimizi boşa harcamış oluruz. Enerjimizi boşa harcamanın hesabını gelecek nesillere nasıl veririz? Suçu başkasına atarak rahatlama, tipik bir "vasat insan" işidir. Korkarım ki toplumumuzu orta gelir tuzağına düşürecek anlayışın da önde gelenidir.

Anadolu insanı, 1000 yıllık tarihinde yönünü hep Batı'ya çevirmiştir. Bu coğrafyaya, diğer birçok toplumdan daha geç gelenler, 1453 yılından sonra daha farklı bir "tehdit" olarak algılanmıştır. Eski Çin efsanelerinde kurtlardan türediği anlatılan Türk boylarının genlerinde "hayvani bir enerjinin bulunduğu fikri" durmadan yinelenerek piyasaya sunulmuş, karşılıklı yarar dengesine dayanan ilişkiler geliştirme zorlaşmıştır ve bugün de zorlanmaktadır. Rasyonel davranış, çevreyi anlama, kendini bilme ve gelecek öngörme gerektirir. Biz kendi insanımızın maddi ve kültürel zenginliğini artırarak refahını yükseltmek istiyorsak, başkalardından ne dediğini kavramalı, asıl önemlisi ise kendi yaptıklarımız sorgulamalıyız.
İki kültür arasında sınır bekçisi olmayı ve bir imparatorluk artığı ülkenin üzerindeki nefret yükününün tehlikelerini analiz etmleden "iç ve dış düşman tehdidi" kolaycılığını uluorta ortalara serersek, önce kavramların içi boşalır; sonra ortak dil ve uzlaşma zeminini yitirir, en sonunda da bir çatışma iklimi yaratarak gerçekten düşman olanların ekmeğine yağ süreriz.

İnsanoğlunun "övgüye kabız, sövgüye amel tavrının" baskın olduğunu unutmamak gerekiyor. Williams'ın altını çizdiği gibi, Türkler kötü güçlerin kaynağı gibi tasvir edilirken, Moğolların akınlarını 1260'da durduran bir Türk asker kastı olan Memlukular olduğu unutuluyor. Batılı insan, hatta bilim insanları bile bu konuları görmezden geliyorlar.

Batılı insanın bunu kendiliğinden yapmasını beklemek de saflık olur. Önemli olan bizim kimsenin inkar edemeyeceği nicelik ve nitelikte işler yaparak, bizlerin de her toplum gibi uygarlığın parçası olduğumuzu, hatalarımızın da bulunabileceğini kanıtlayabilmemizdir, insanlıkla paylaşabilmemizdir. "Hıristiyan Batı ve halefi laik iktidarlar korku verici bir yabancı olarak Türk fikrini ısrarla yaşatıyor; neticede bu tehdit, Avrupa fikrinin kökleşmesi bakımından yararalı bir katalizör de teşkil ediyorsa, onların kendi açısından yarattıkları sonucu, bizim kendi açımızdan neden yaratamadığımızı irdelememiz gerekmez mi?

Her etkinin tepkilere yol açması doğanın yasasıdır. "Sopa kalkan ilkesi", toplumsal yaşamın da temel sabitlerinden biridir. Toplumu yönetme iddiası olanlar, aşırı değerlendirmeler yaparak yarattıkları dış ve iç düşmanların, özellikle iç düşmanların kendi ayaklarına dolaşacağını bir an olsun düşünmeli. Alıcı bir ruhla iç düşman yaratmanın sakıncalarını anlamaya çalışmalıyız ki, gelişmeler kavranabilsin, içselleştirilbilsin ve davranışlarımızı yönlendirsin!

Hywel Williams "Batı Donanmalarının Osmanlı Donanmasını yenilgiye uğrattığı 1571 tarihli İnebahtı Savaşı sonrası algılar, bugün Türkiye' nin AB'ye üyeliğine Alman ve Fransız karşıtlığı olarak karşımıza çıkıyor. Fakat 16. yüzyıldan bugüne, Batı' nın barbar tasviri giderek daha da uyduruk ve kendi çıkarlarına hizmet eden bir hal kazandı" diyor.

Bugün siyasi iradenin oluşmasında merkez alanda yer aldığını düşündüğüm Osman Can, 13 Şubat 2005 tarihinde Radikal' deki yazısında ulaştığı değer yargılarından kendimce çıkardığım dersleri şöyle not etmişim: Devletin düşünce farklılıklarını 'maraz" olarak nitelendirmesi ve 'iç düşman' yaratmaya çalışması, 'tek tip düşüce" egemenliğinin yaygınlaşması toplumun 'kaynaklarını israf ettiği" siyaset ve ekonomi bilimi tarafından kanıtlanıyor. Böylesi bir gelişme, kaynakları geliştirip pastayı büyüterek kendi payımıza düşeni de büyütme anlayışı yerine, var olan pastadan pay alma eğilimini güçlendiriyor.

Osman Can' dan ödünç aldığım bir başka aktarma da 400 yıl öncesinden bir kaynaktan yapılan alıntı: "Siyasi iktidar ifade özgürlüğünü ne kadar kısıtlamaya çalışırsa, oranda karşı direnç bulur. Bu tepki elbette açgözlülerde değil, iyi eğitimin, sağlam ahlakın ve erdemin daha özgür yaptığı kişilerde olur. Hakikat diye inandıkları görüşlerin yasalara karşı suç olarak kabul edilmesi kadar insanların hoş göremeyecekleri birşey yoktur. Bu durumda insanlar yasalara nefretle bakmayı ve idareye karşı elinden geleni yapmayı onurlu hareketler olarak düşünürler."

Söz konusu yazıda, "düşünme itaat et", "düşünme iman et", "düşünme ezberle", "düşünme yasanın lafzını uygula" kültürünün zararlarının da altı çiziliyor.

Aklımızı başkalarına emanet etmeden "özgün düşünenlerimizin" sayılarını artırmaya bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var... Korkunun kısıtladığı düşler yerine, yanılabilme özgürlüğünü kullanan ve gelişmenin dinamosu olan özgür ruhlu insanlarımızı alabildiğine artırmadan toplumumuzu ilerletmemiz mümkün değil.

Korkular, bireysel, ulusal, bölgesel ve kültürel kimliğimizin kaybolmasından beslenir.
Korkular, pratikte ekonomik, sosyal ve kültürel olarak karar verme haklarının kaybolmasından kaynaklanır.

Korkular, insanların eşitsiz rekabet koşullarının fırsat eşitliği yaratmayan sömürücülüğünün rüzgarları ile yelken şişirir.

Korkular, vergi sisteminin karmaşıklığı nedeniyle yurttaşı her an açığa düşürme ortamında filizlenir; boy atar.

Korkular, kapsayıcı kurumlar yerine sömürücü kurumların üretilir.

Bugünlerde hepimiz korkularımızı aşmalıyız... Neden korktuğumuzu kimseye sormadan, kendi iç dünyamızda sorgulamalıyız.

Sevmek varken, neden korkuyu sığınıyoruz, neden diye tekrar tekar düşünmeliyiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar