Köprüden önce son çıkış
Türkiye’nin enerji sektöründe yaşadığı zorluklar, adeta bir paradoks oluşturuyor. Bir yandan kömürden çıkış 2053 net sıfır hedefi doğrultusunda iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir strateji olarak değerlendirilirken diğer yandan Türkiye OECD ve Avrupa Birliği ülkelerinde planlanan kömürlü termik santral kapasitesinin üçte ikisinden fazlasını hâlâ planlıyor.
Bu özelliğiyle dünya genelinde ilk onda yer alan tek OECD ülkesi olarak da dikkat çekiyor.
Emisyon ticaret sisteminin kritik rolü
Ancak Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA) ile E3G isimli düşünce kuruluşunun hazırladığı "Kömürden Çıkışın Finansmanı: Türkiye Örneği" başlıklı rapor, bu paradoksun devam etmesi halinde Türkiye’nin enerji alanında finansal olarak büyük bir zarara uğrayacağını gösteriyor.
Çünkü rapor, 2026 yılında Türkiye'de uygulanmaya başlanacak karbon fiyatı politikasının, kömürlü termik santraller için oluşturacağı ekonomik baskının projeksiyonunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Lisans sürelerinin sonuna kadar bu santrallerin toplamda 45 milyar dolar zarar edeceği tahmin ediliyor. Bu, sadece ekonomik bir kayıp değil, aynı zamanda çevresel ve sosyal boyutları da olan çok yönlü bir sorun.
30 termik santral risk altında
Rapor, kömürden çıkışın teknik ve ekonomik boyutlarını ortaya koyarken, kömürlü santrallerin kârlılıklarının düşeceğini vurguluyor. Böyle bir durumla karşı karşıya kalmamak için enerji dönüşüm sürecinin kömürden çıkış üzerine inşa edilmesi ve bu sürecin hızlandırılması gerektiğini vurguluyor.
Türkiye'nin 2053 yılında net sıfır karbon emisyonu hedefine ulaşabilmesi için, mevcut kömürlü santrallerin kademeli olarak dışlanması ve yerlerine yenilenebilir enerji kaynaklarının bir an önce entegre edilmesi gerekiyor. Rapor bu konuda potansiyel finansman mekanizmalarını da irdeliyor.
Rapora göre Türkiye'nin enerji sektörü için belirlenen yeni karbon fiyatlandırma stratejisi, 2035 yılına kadar Avrupa Birliği'nin Emisyon Ticaret Sistemi (AB ETS) fiyatlarının sadece üçte birini esas alacak şekilde planlanmışken, 2035 sonrasında bu oranın yarı yarıya artırılması öngörülüyor. Bu politika değişikliği, ülkede faaliyet gösteren 30 kömürlü termik santralin neredeyse tamamının kârlılığını sürdürmeleri önünde bir engel teşkil ediyor.
Küresel karbon politikasının maliyeti
Rapora göre santrallerin lisans süreleri boyunca devam ettirilmesi durumunda, bu tesislerin mali yükü 44,5 milyar dolarlık devasa bir zarara ulaşacak. Bu koşullar altında zarar eden işletmelerin faaliyetlerini sürdürmeleri beklenmediği için, pek çok santral yatırım değerini yitirerek âtıl bir hale gelecek. Bununla birlikte, bu santrallerin operasyonları sırasında ortaya çıkacak olan ortalama yıllık sağlık maliyetleri de 10 milyar dolar civarında olacak.
Rapor, bu büyük mali ve sağlık yükü altında, özellikle ithal kömür kullanarak çalışan santrallerin son bulacağını ön görüyor. Yine rapora göre Türkiye'nin enerji manzarası, 2021 ile 2035 yılları arasında önemli bir dönüşüme uğradığı senaryoda elektrik üretiminde yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının payının mevcut yüzde 51,3'ten yüzde 73,6'ya yükselmesini öngörülüyor. Bu senaryoya göre, enerji üretimimizin büyük bir çoğunluğu yerli kaynaklardan beslenecek.
Karar zamanı
Elektrik arzında kömürden çıkışa yönelik resmi bir pozisyonun açıkça belirlenmesi ve bu hedefe yönelik planlamanın yapılması gerekiyor. Türkiye'nin kömürlü santraller konusunda karşılaştığı paradoksun sonuçları, Uluslararası Emisyon Ticaret Sistemi devreye girdiğinde daha da belirginleşecek. Bu nedenle zamanı iyi değerlendirmeliyiz. Enerji yatırımlarımız gerçekten sürdürülebilir mi? Kömürlü enerjinin kârı, çevresel ve ekonomik zararlar düşünüldüğünde kâr olarak değerlendirilebilir mi? Köprüden son çıkıştayken hangi yolu seçeceğiz?