Köprüden önce son çıkış
Nobel Ekonomi Ödülü dünyevi konularda çalışan iki ekonomiste Prof. Oliver Hart (Harvard Üniversitesi) ile Prof. Bengt Holmström’e (Massachusetts Institiute of Technology-MIT) verildi. Günlük hayatımıza dokunan bir konu üzerindeki çalışmalarından dolayı bu ödüle layık görüldüler; modern dünyanın kurallarını yansıtan dokümanlar kontrat ve sözleşmeler. Hart ve Holmström’ün Sözleşme Teorisi’ne katkıları, iflasla ilgili yasal düzenlemeler ve politik birleşme gibi birçok konudaki çözüm politikalarını içeriyor.
“Sözleşmeye Nobel mi verilir?” deyip geçmeyin. Geçtiğimiz günlerde antik kazı çalışmalarında tarihin en eski sözleşmesi bulundu, medeniyetin ilk adımlarını keşfettiğimiz için dünyada yer yerinden oynadı, kurumsallaşmanın tarihine yolculuk yaptığımız ifade edildi. Bu kadar önemli yani. Belki kümelenmiş sorunlarımızdan bir bölümü bu yüzden.
Basit anlamıyla sözleşme taraflar arasında uzlaşma demek. Uzlaşma ise kültür… Karşılıklı olarak anlaşmanın yazıya dökülüp zapta alındığı bu metinler, yetenek ve yetkinlikleri ortaya koyar, seçme ve karar verme sürecini içerir, yönetim esas ve ilkelerini yazar, konuyu zamana ve hukuka bağlar, birikim ile hafızaya işaret eder. Önemsemediğimiz detaylar, medeniyetle aramızdaki makası açıyor.
Ulusal tensikat
Bir veriye göre 15 Temmuz’dan sonra toplamda ortalama 50 bin kamu personeli ihraç edildi. Türkiye’nin insan kaynakları manzarası bu. Ülke toptan işsiz. Çoğunluk ya hiç işe girememiş ya da işten çıkarılmış. Ekonomik kriz nedeniyle kapanan iş yerleri ve işsizler sınıfına geçen gruptan söz etmiyorum bile. Görmüyor musunuz, piyasada kadrolu çalışandan çok danışman/koç var. Özetle boşta ve açıktayız… Neye işaret ediyor; çok derin bir konuya; mesleksizlik. Türkiye’de kaçımızın mesleği var bir düşünün. Okuduğunuz okul değil meslek, altın bilezik!
Uzman kadro
Nitelikli iş gücü ezeli problemimiz. Vasat ise, sürüsüne bereket! Özel sektörün en büyük sorunu yetkin insan kaynağı. Kamu bu kadar kadroyu nasıl dolduracak aklım sırrım ermiyor… Sorunumuz artık katmerli çünkü yeni nesil istihdam sorunlarıyla karşı karşıyayız. Üniversite mezunu olunca “olmayan” mesleklerde açık tehlikeli boyutta. Pilot, savaş yaralarına müdahale edecek uzman cerrah, okullarda kıdemli öğretmen, üniversitede evrensel değerleri benimsemiş akademisyen, adliyede savcı, hakim gibi...
Toplu işe alım
Çıkarılanların yerlerine alım yapılıyor. Hava Kuvvetlerine, emniyet teşkilatına, Milli Eğitim, Adalet ve Sağlık Bakanlıklarına personel alınıyor. Toplu sünnet, toplu nikahtan sonra toplu işe alım manzaraları… Bu insanlar neredeydi bugüne kadar. Yetkin olmalarına karşın sıra mı bekliyorlardı, ne büyük milli kayıp; yoksa yetkin olmadıkları için tercih mi edilmemişlerdi… Bu süreç nasıl işliyor, hakkaniyet ve liyakat bazında mı?
Ben adamı yüzünden tanırım
Bir başka gerçekle yüzleştik bu hafta, birden fazla araştırma verisi yayınlandı; Türkiye “benimki” - “seninki” diye kamplaşmış… O kadar ki, karşımızdakinin yüzünden hangi partiden olduğunu anlıyormuşuz. Bir başka araştırmaya göre, başka partiden olana hayatımızın hiçbir yerinde tahammülümüz yok. Komşu istemiyoruz, çalışan ister miyiz? İşe alımlarda liyakat olabilir mi?
Hafızalarımızı zorlamaya gerek yok; İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne eski güreş hakemi ve zabıta müdürü atanmıştı. PTT Genel Müdürü Tenis Federasyonu Başkanı olduktan sonra, Danıştay Üyeliği’ne seçilmişti. Ankara Hayvanat Bahçesi Müdürlüğü’nden TÜBİTAK’a atama yapılmış, TRT 6’nın (Şeş) Haber Müdürlüğü’ne Genelkurmay’dan muhabere başçavuş gelmişti. Merkez Bankası Başkanı’nın CV’sinin apar topar kurumun sitesinden kaldırıldığını da unutmamak gerek.
Yeniden yapılanma
Erklerden yürütme dışında her şey delicesine değişiyor. Yasama, yargı, dördüncü erk medya… yanı sıra eğitim, savunma, sağlık gibi vatandaşın temel hakkı olan alanlarda yerinde kalan yok. Özel sektörde kilit vurulan işletmelerdeki çalışanların sayısını bilmem mümkün değil. Anlaşılan o ki, dünyanın en büyük insan kaynakları projelerinden birini yürütüyoruz, ama eğitimden-liyakattan-uzmanlıktan konuşan yok.
DNA’mız bozuluyor
Bir iş yeri sahibiyseniz ya da yönetici, kafanıza estiği gibi adam almaz ve çıkarmazsınız. Sebepler muhtelif olsa da, temelde şirket kültürü, bilgi birikimi, kurum hafızasını birden yok etmek zararlıdır. Firmanın DNA’sını kontrolsüz yok etmek istemezsiniz. Planlı ve zaman içinde yaparsınız. Hafızayı kaydetmediğinizi, işlerin aksamayacağını garanti altına alırsınız.
Cehalet darbesi
15 Temmuz salt siyasi darbe değil, cehalet soslu bilim-bilgi-medeniyet karşıtlığı kalkışması değil mi? Akıllara ziyan darbe girişiminin bertaraf edilmesinden hepimiz mutluyuz, ama bu durum, koşulları evrensel değerlere göre iyileştirmemek anlamına gelmemeli. Üretken kesimin eğitimi vasat bir toplumduk, eğitimi olmayan bir topluma dönüşüyoruz. Tarih boyunca toplumlar ileri gitmek adına mücadele veriyor, gidemeyenler yok oluyor, biz inatla gerileme derdindeyiz. Neden herkes ‘ülkemi en çok ben seviyorum’ yarışında anlaşılır gibi değil. Gerçekten seviyorsak eğitim, liyakat, bilgi, bilim, sürdürülebilirlik ve gelecek kelimeleriyle bezenmiş, ötekileştirmeye, cehalete, hurafeye karşı çıkan yaşam sözleşmesini hepimiz imzalamalıyız.
Derme çatma eğitimle doktor, hakim, eğitimci yetiştirmek marifet değil. Sonuçlarını görüyoruz. İşte yargı! Bu süreçten en fazla etkilenen alanlardan biri. Adliyelerde hakim kalmadığı için davalar görülemiyor. Gidenin yerine okulu yeni bitirmiş, dava görmemiş gençler geliyor. Neredeyse hiçbirinin hayat tecrübesi yok. Bir yandan yasalar sürekli değişiyor. Avukatlar, Adalet Saraylarında işlerin durduğunu söylüyor.
“Bilir kişi” mesleği
Bir avukatın sözlerini aktaracağım; “Zaten kalite sorunu yaşıyorduk, artık tarifsiz acılar içindeyiz… Sokaktaki adam yaşıyor, yasalar yaşananı kavramıyor. Yasa yok, deneyimsiz hakimin konuyla ilgili bilgisi yok… Yeni nesil suçlara zaten karşılık veremiyorduk, şimdi toplumda katmerli mağduriyet yaratıyoruz.”
Yetmezmiş gibi akıl almayan bir personel sorunu yaşanıyor; hakimlerin yetişemediği davalara atanan “kadrolu” bilir kişiler. Ne bilir bu arkadaşlar, böyle bir meslek mi var, biz mi duymadık?... Okulu mu var, sertifikası mı var, akreditasyonu mu var… Her yer Akil!
Hepimiz zorunlu uzman
Güvensizlik had safhada ve boyut değiştiriyor. Her birimiz zorunlu uzmanız. Davalarına kendileri bakan insanlar görüyorum. Vatandaş yasaları hatmedip, savunmayı kendisi yapıyor. Avukatlar göstermelik. Vatandaş adaleti de sokakta kendi başına aramıyor mu, cezasını kendi kurallarına göre kesmiyor mu? Yıllar önce çocuğunu evinde okuttuğu için sanatçı Erkin Koray’ı garipsediğimizi anımsıyorum. Erkin Koray’lar çoğalıyor. En kıymetli varlığını kendisinden daha deneyimsiz, eğitimsiz, kültür ve birikimi yetersiz birinin eline vermek istemeyenlerin sayısı çoğalıyor. Gazetecileri de taca atmadı mı vatandaş; madem sen haber vermiyorsun ben haber veririm demiyor mu? Doktorla bilgisini yarıştıranlarımız mevcut…
Nobel gerçeği mi gördü?
Nobel de hayatın gerçeğini anladı. Ödülleri, hayata dokunan ve vatandaşı yakalayan sorunlara çözüm getiren çalışmaları radarına alıyor. Sorunlar büyüdükçe ve dünyayı bulaşıcı bir hastalık gibi kapladıkça, anlaşılması zor ütopik formüller yerini pratik, çözüm odaklı çalışmalara bırakıyor.
Çağın hastalığı vasatizm. İnsan kaynağı bu salgından kırılıyor. Toplumsal sözleşmemizi yenileyelim. Köprüden önceki son çıkışı kaçırmasak iyi olur. Tabelada “Eğitim-Bilim-Bilgi-Gelecek” yazıyor. Sinyal verip sapaktan girsek… Dümdüz bilinmeyene çıkıyor.